Şüpheli Ölüm Üzerinden Reyting Avı: Bozkurt’ta Acı, Ekranda Kırılma
Huriye Helvacı ve küçük oğlu Osman Yaşar’ın trajik ölümü üzerinden haftalardır süren televizyon yayınları, acılı aileyi ve Bozkurt halkını derinden yaralarken, “gerçek arayışı mı, yoksa reyting tutkusu mu?” sorusunu bir kez daha gündeme taşıyor.

Kastamonu Bozkurt’ta yaşamını yitiren Huriye Helvacı ve 5 yaşındaki oğlu Osman Yaşar Helvacı’nın ölümü üzerinden haftalardır devam eden televizyon programı tartışmaları toplumda büyük rahatsızlık yarattı. Reyting uğruna insan onurunun ve aile mahremiyetinin nasıl zedelendiğini ele almaya çalışacağım.
Türkiye’nin gündemi her gün farklı trajedilerle, farklı acılarla dolup taşıyor. Fakat bazı acılar var ki, yalnızca yaşandığı bölgede değil, tüm memlekette derin bir iz bırakıyor. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde kaybolduktan günler sonra cansız bedenlerine ulaşılan Huriye Helvacı ve oğlu Osman Yaşar Helvacı’nın ölümü tam da böyle bir acıydı. Toplumun vicdanını kanatan bu olay, maalesef ulusal ekranlarda bambaşka bir boyuta taşındı.
ATV’de yayınlanan “Müge Anlı ile Tatlı Sert” programında olayın haftalar boyunca işlenmesi, yalnızca gerçeğin izini sürmekten ziyade, geniş kitlelere “hikâye” sunma telaşıyla ilerliyor görüntüsü verdi. Programın stüdyosuna çıkarılan kişiler, aile içi tartışmalar, geçmiş yıllara dair parça parça iddialar… Tüm bunlar, Bozkurt halkının ve merhumun yakınlarının tepkisini çekti.

1. Acının İçinden Reyting Çıkarmak
Gazetecilik, araştırmacılık, hukuk izleme… Bunların hepsi toplum için gereklidir. Ancak iş bir annenin ve küçücük bir çocuğun şüpheli ölümüne geldiğinde, hassasiyetin defalarca düşünülmesi gerekir.
Oysa ekranlarda gördüğümüz manzara bambaşka.
Her gün başka bir “enişte”, başka bir “eş”, başka bir “komşu”, başka bir “tanıdık”… Çoğu zaman olayla doğrudan ilgisi olmayan kişilerin stüdyoda dakikalarca tartıştırılması toplumda ciddi bir rahatsızlık yarattı. Özellikle de Bozkurt’taki insanlar için…
“Gerçekten ölümün sebebi mi araştırılıyor, yoksa aile içi kaosun tohumları mı saçılıyor?”
Bu sorunun sorulması bile, programın gidişatı hakkındaki algıyı fazlasıyla özetliyor.
2. Köyde Konuşacak Kimse Bulamazken Ulusal Kanala Çıkan ‘Figüran’lar
Bir başka gerçek daha var:
Programda konuşanların önemli bir bölümünün olaya dair kayda değer bilgisi yok. Kimi eski bir akraba, kimi uzak bir tanıdık, kimi yıllardır görüşülmeyen biri… Bu kişilerin sesleri ulusal ekranda yankılandıkça, toplumdaki güven duygusu daha da zedeleniyor.

“Böyle tipleri nereden buluyorlar?” sorusu haksız değil.
Normalde köyde iki lafın karşılığını bulamayacak, olayla doğrudan bağı olmayan insanların, milyonların izlediği bir programda aile içi mahremiyeti dağıtması kabul edilemez. Birde Müge Anlı böyle tipleri nerede ve nasıl buluyor anlayamıyorum. Sanki Türkiye’de Müge Anlı’nın programına konuk olması için özel olarak yetiştirilen insanlar varmış gibi geliyor. Bu tiplerdeki özgüven; ne Prof. Dr. Aziz Sancar’da var, ne de Alperen Şengül’de var. Hepsinde özgüven patlaması var anlayacağınız.
Kastamonu Bozkurtlular Derneği’nin yayınladığı açıklamada da bu rahatsızlık açıkça dile getiriliyor. Özellikle, “reyting ve maddi kazanç uğruna yapılan yayınlar” ifadesi, toplumun nabzını doğru şekilde ölçüyor.

3. Aile Mahremiyetine Saygı Kalmadı mı?
Bu programın en büyük tahribatı, acılı ailenin yaşadığı travmayı defalarca yeniden üretiyor olması.
Bir anne ölmüş…
Bir çocuk ölmüş…
Bir aile dağılmış…
Ve bu aile, ulusal ekranlarda adeta bir “gerilim dizisinin karakterleri” gibi sürekli sorgulanıyor. Acı henüz tazeyken, kayıpların fotoğrafları, varsa yoksa tartışmalar eşliğinde ekrana getiriliyor. Oysa etik gazetecilik şunu söyler:
“Yas tutan aileleri öznelleştirme, acılarını teşhir etme.”
Ama biz ne görüyoruz?
Her gün aynı başlıklar:
“Eski enişte ne dedi?”
“Mustafa nikaha niçin gitmedi?”
“Yıllar önceki borç neydi?”
“Sultaverildi mi?”
Bu program tamda dedikodu, gıybet ve fitnenin vücut bulmuş hali.!
Toplum artık yoruldu.
Bozkurt halkı yoruldu.
Acılı aile perişan oldu.
4. Asıl Soru: Huriye Helvacı ve Oğlu Osman Nasıl Öldü?
Programın en büyük hatası ise şurada:
Olayın gerçek sebebi hipoteremi (soğuktan donma) olarak belirtilmiş olsa bile, konu sürekli dağıtılıyor. Haftalardır konuşulan şeyin yüzde 90’ı olayın kendisi değil; aile içi eski meseleler, köy dedikoduları ve birbiriyle çelişen ifadeler.
Oysa sorulması gereken tek bir soru var:
“Huriye ve Osman neden o ormanlık alanda yalnızdı?”
Bunun cevabı savcılık, emniyet ve adli süreçlerle ortaya çıkacak.
Ne yazık ki programın şu anki hali bu sorunun cevabını aramaktan çok uzak.
5. Bozkurt Halkının Tepkisi Haklıdır
Bozkurt Dernekleri Birliği’nin yayınladığı açıklamada;
• Aile mahremiyetinin ihlali,
• Olayın manipüle edilmesi,
• Kasabanın töhmet altında bırakılması,
• Reyting uğruna acıların sömürülmesi,
kişi ve kurumlar tarafından açıkça eleştiriliyor.
Bozkurt halkı;
milli-manevi değerlere, aile birliğine, toplumsal dayanışmaya son derece duyarlı bir topluluktur. Bu nedenle olayın ekranda “televizyon şovu” hâline getirilmesi, yalnızca aileyi değil, tüm ilçeyi yaralamıştır.
Acıyı Senaryo Malzemesi Yapmak Kimseye Yakışmıyor
Huriye Helvacı ve oğlu Osman…
Hayatlarının son anlarında büyük bir trajedi yaşadılar.
Şimdi, geriye düşen görev şudur:
Onların anısını korumak.
Aileyi yıpratmamak.
Toplumsal değerleri ekran şovlarına kurban etmemek.
Bu ülke bir hukuk devletidir.
Gerçekler adli merciler tarafından ortaya çıkar.
Televizyon programlarının görevi ise insanları bölmek, acıları büyütmek, aileleri parçalamak değil; toplumu doğru bilgilendirmektir.
Bugün ekranlarda izlediğimiz tablo maalesef bunun tam tersidir.
Bu yüzden bir kez daha soruyoruz:
“Acının üzerinden reyting devşirmek bu kadar mı kolay oldu?”
Türkiye bu soruyu yüksek sesle sormalı.
Çünkü bugün Bozkurt’un başına gelen yarın hepimizin başına gelebilir.

6. ‘Mustafa Nikâha Gelmedi’ Tartışması: Bilmeden Konuşanların Ortalığı Karıştırması
Programda en çok çarpıtılan ve sosyal medyada da hızla yayılan iddialardan biri “Damat Mustafa Uzun’un nikâha gelmedi” söylemiydi. Sanki bu durum modern bir düğün salonu nikâhıymış da damat özel bir sebepsiz yere gelmemiş gibi sunuluyor. Oysa Kastamonu’nun hatta Anadolu’nun birçok ilçesinde geçmişte uygulanan nikâh sistemi, bugünün şehir nikâh mantığıyla tamamen farklıydı.
Eskiden ilçelerde nikâh dediğimiz işlem; gelin ve damadın salonlara, belediye memurlarının önüne çıkması anlamına gelmezdi. Köy Muhtarı ve baba, bazen de köyün büyüklerinden biri birlikte “nüfus memurluğunda veya Kaymakamlık önünde bulunan katip veya arzuhalciye” gider, defterlere imzalar atılır, nikâh resmiyete kavuşurdu. Bu işlem çoğu zaman gelin ve damat olmadan yapılır, hatta gelinin haberi bile olmayabilirdi. Köylerde “resmi nikâh” çoğu zaman böyle halledilir, düğün ise tamamen ayrı bir süreç olarak yaşanırdı.
Taşköprü’de, Bozkurt’ta, Daday’da, Devrekani’de ve bölgenin birçok köyünde nikâhın bu şekilde kıyılması on yıllarca süren bir gelenekti. Nüfus idaresinin kapısından girilip birkaç imzayla tamamlanan bu işlem, bugün sosyal medyada ya da ekranlarda konuşulduğu gibi “damat gelmedi, bilinçli olarak kaçtı” gibi bir algıyla yorumlanamaz. Şimdi bu durumu kimseler bilmiyor ve de unutmuş.
Ama ne yazık ki bu programda tüm konularda olduğu gibi bu konu da gerçek bağlamından koparılarak servis ediliyor.
Bilmeden konuşanlar;
“Nasıl olur da biri kendi nikâhına gitmez?” Programda bulunan Avukat Rahmi bey ve Doktor bile bu duruma şaşırıyorlar. Aslında reytinge kurban gidiyorlar.
Oysa gerçek çok basitti:
Bu bölgede nikâhın o dönemki işleyişinde damadın bulunmaması olağan bir durumdu.
Bugün bunu bilmeyen ekran yorumcuları ise olayı bambaşka bir yere çekerek adeta fitne ateşini körükledi.
Bu örnek bile tek başına gösteriyor ki, programın amacı gerçeği aydınlatmak değil; bilgiyi bağlamından koparıp reyting malzemesine dönüştürmek olmuş durumda.
Acı ama gerçek şu ki; Bu tür programlar ve bu tür tartışmalar aileleri maalesef bitiriyor. Bu tür programlar neden yasaklanmaz, neden RTÜK müdahale etmez anlamış değilim. Bakın boşanmalar artıyor, çocuk sayısı düşüyor, evlilik yaşı 35’lere doğru gidiyor… Hergün saatlerce dedikodu ve gıybet izleyeceğimize gelin biz bunları düşünüp kafa yoralım.
Vesselam
Ertuğrul Köse