Gurbetçinin Güzü (Yaşanmış Efsane Köy Hikayeleri)
Çocukken her Anadolu’dan gelip gurbette tutunmaya çalışan ailelerin erkek çocukları için askerlik vazifesi gibi vatan vazifesi sayılan bir görev daha vardı. Yaz tatillerinde, akşam okul çıkışlarında, on beş tatilde kısacası her fırsatta simit, su satılır, bir berber de ya da mobilyacı da çıraklık yapılır, ayakkabı boyanır daha olmadı babanın çalıştığı yerde işe gidilirdi.
Gurbetçi kime denir? güz, sonbahar, Güz anlamı, Güz eş anlamı, Güz Şarkısı kimin eseri, Güzün ne Demek, Güz şiiri, Güzün neler yapılır? Güz sonu nasıl olur? Güz dönemi nedir?
PEKİ GÜZ NE DEMEK?
Kuzey yarımküre için yılın Eylül, Ekim, ve Kasım aylarını kapsayan zaman aralığı, yaz ile kış arasında yer alan mevsim. Köylülerin işlerini yani hasatlarını yapma zamanı
GURBETÇİNİN GÜZ’Ü
Artık biliyorsunuz, biz gurbette büyüyen bir aileyiz. Aslen Kastamonuluyuz cümlesinin sahiplerinden biri yani. Tatlı tatlı atıştığımız Ertuğrul Bey duymasın eskiden yazları anca gidebilirdik köye. O da her yaz değil. Dediğim gibi aman Ertuğrul Beyin haberi olmasın.
Çocukken her Anadolu’dan gelip gurbette tutunmaya çalışan ailelerin erkek çocukları için askerlik vazifesi gibi vatan vazifesi sayılan bir görev daha vardı. Yaz tatillerinde, akşam okul çıkışlarında, on beş tatilde kısacası her fırsatta simit, su satılır, bir berber de ya da mobilyacı da çıraklık yapılır, ayakkabı boyanır daha olmadı babanın çalıştığı yerde işe gidilirdi.
Bizde ilkokulun bitip ortaokula başladığımız yazdan itibaren Süleymaniye hastanesinin önünde simit, su, kolonya filan satardık. Birde jeton satardık. Eskiler bilir cep telefonunu bırakın ev telefonları bile sayılı iken umumi kullanımda ankesörlü telefonlar vardı ve jeton ile çalışırdı. Bu şekilde çocuklara hem hayat öğretilir hem aile bütçesine katkıda bulunarak gurbetin zorluklarına katlanılmaya çalışılırdı. Sanırım bizim nesilden bu dönemi yaşamamış kimse yoktur. İşte bu maddi zorluklar nedeniyle genelde köye az gidilirdi. Ertuğrul Beyin futbol karşılaşmalarında bizi hatırlamaması belki de bundandır.
Gurbette Kastamonulu. Kastamonu’da İstanbulluyduk anlayacağınız. Her nasıl olurdu hiç bilmem köye gittiğimiz zamanlar hep güze denk gelirdi. Acaba babamın çalıştığı kurum bunu biliyordu da ona göre mi izne çıkarıyordu? Bana karanlık bir bilgi bu. Belki de amcamlar arayıp Fettah’ı izne çıkarın diyordur? Sonuçta her köye gidiş bir güze denk geliyordu. Babam zaten bütün yıl çalıştığına göre o istemez bence köye tatile gidip çalışmayı. Kesin başka biri ya da birileri bu işi ayarlıyordu. Yoksa buna tatil mi denir?
Şimdi genç kardeşlerim, yahu iki günlük güz ne olacak! İki anadut atacak bitti diyorsunuz değil mi? Bugün öyle 2-3 güne güz bitiyor. Ya dün nasıldı biliyor musunuz?
Ben size dilimin döndüğünce bir gurbetçinin gözünden güzü anlatayım. Anlatayım da bakın bakalım o ismini bile duymadığınız aletlerle günlerce güz guymak nasıl bir şeymiş görün.
Sabah erken kalkılır. Bu erken, bana erken. Köyde yaşayanlar için normal saat. Alel acele kahvaltı edilir. Çok çalışılacağı için şöyle kuvvetli bir kahvaltı düşünün. Sucuklu yumurta, bal, kaymak, birkaç çeşit peynir, birkaç çeşit zeytin, efendim börek, poğaça, gözleme. Menemen de var korkmayın. Ardından bir demli çay ile kahvaltı keyfisi! Nasıl güzel olurdu dimi? Güzelce doyar ve şöyle canlı canlı çalışılır.
Bu cümleleri duyan büyüklerim kesin ya kızıyor, ya gülüyor. Ben size sayayım aklımda kaldığı kadarıyla o kahvaltıları. Tarhana çorbası. Zeytin, peynir. Bir iki çeşit pekmez, reçel ve menü bitti. Patates veya biber kızartması olurdu ama bilin ki yumurta ve bu kızarmış patates, biber biz misafirlere özel çıkardı. Özellikle de payitahttan misafirimiz şehzade hazretleri pek bir şey yemediği için patates kızartması yapılırdı.
Şimdi olsa kimsenin yüzüne bakmayacağı sofralar bir zamanlar nimetti yani. Hem o kadar insana hazırlanacak malzeme çok olmamalı hem de kolay olmalı ki tarlaya hazırlık yapılsın. Sonuç olarak birde bu işin öğlen yemeği filan var. Bunca insan acıkacak ve yemek isteyecek az sonra. Aslında bizim kahvaltı dediğimizde aklımıza gelen gibi olsa kahvaltılar insan uyur anca o kadar yedikten sonra nasıl çalışacak?
Kahvaltı keyfisinden sonra artık işe koyulma zamanı. Gittik tarlaya. Bendeniz yürütülmedim, traktörün römorkunda gittim. Giderken bazı aletler gözüme çarptı. Römorkta birçok alet vardı ve ilk karşılaşmamızdı bu. Bu aletler hep ağaçtandı. İlerleyen yıllarda bazı kısımlarının metal olduğunu da gördüm elbette. Şimdi diyorsunuz ki “Bunlar ne diye sormuştur hemen.” Sormasına soracağım da traktörün gürültüsünden bir şey duyulmuyor ki.
Tarlaya geldiğimde sabah evdekinden fazla insan vardı. Yolda da katılan olmamıştı. Peki, nerden duydular da buraya geldiler bu insanlar. Yolda yanımızdan geçen ablalar da bizim eve yardıma gidiyorlarmış. Ev işlerinin yanında tarlaya su filan getirilecekmiş.
-E nerden biliyorlar bizim yardıma ihtiyacımız olduğunu?
-İmece bu.
-İmece kim? Bize giden ablanın adı mı?
Zannediyorum ki, İmece abla var ve o kimin yardıma ihtiyacı varsa topluyor arkadaşlarını ücret karşılığı yevmiyeyle geliyor. Tahmin ettiğiniz gibi bu her şeyi bilen, İstanbul şehzadesine kahkahalar eşliğinde gülünmesi dışında bir cevap henüz yok.
Gülmeleri bitince anlattılar. İmece, işler genel olarak bilek kuvveti ile yapıldığından köylülerin bir birlerini yardıma çağırmaları, bir nevi sırayla bir birlerinin işlerini elbirliği ve eğlencelerle yaptıkları bir düzenmiş. Para da yokmuş. Gitti bizim pazaryerinde mantar tabancasına verilecek harçlık hayalleri.
Traktörden indik. Burası geçen amcamların bazı arkadaşlarıyla ellerinde uzun saplı, demirden keskin bir aletle ekinleri biçtikleri yer. Tırpanmış onun adı. Daha küçük bir demir alet daha var orak, onu kadınlar kullanırmış. Hiç yaklaşmadım. Aslında geçen gün önemli görevler yapmak üzere Sarı kaya da ki göle giderken amcamları görünce tarlaya dönüp tırpana bir niyetlendim. Aldım elime, bir vurdum, ekinler bana olan saygısından yattı hemen. Diğerlerine vurdum. Onlarda hemen oraya yattı. Sonrakiler de aynı.
Amcamlar her zaman ki gibi gülerek:
-Sen dur dedi.
-Neden? Yapıyorum işte dedim.
Aslında yatan ekinler kesilmiyormuş. Sapları sadece ezildiği için kesilmeden yatıveriyormuş toprağa. Bu da işi iki kat zorlaştırıp işin hızını düşürüyormuş. Bende ekinler gücümden korkup yatıveriyor sandım. Bana yapılan bu saygısızlığı yokluğumla cezalandırıp. Tarlayı terk ettim. Asla yüzmeye gitmek gibi bir amaçla ayrılmadım tarladan. İşte o benimle dalga geçen ekinlerin olduğu tarla burası.
Anadut, dirgen, tırmık bu ağaçtan yapılan, traktörün römorkunda bana eşlik eden arkadaşların adlarıymış. Şöyle baktım, anadut biraz uzun ve ağır gibi. Tırmığın işlevini anlamadım. Gerçi anadutla dirgeni de anlamadım ama olsun. İşin durumuna göre dirgeni gözüme kestirdim. Eee İstanbul’da okuduk, matematik neyin biliyoz! Ağır olandan kaçmak lazım.
Şöyle kenardan bakarken bana bir dirgen verdiler. “Bu desteleri toplayacağız, sonra traktöre atacağız” dediler. Kendini yorma diye de eklediler şimdi Allah için. Bende bütün güz işlemlerini tek başına yapıyormuş edasıyla elimde kutsal dirgenim, alınan destelerin kalan parçalarını bir sonraki destenin üstüne atıyorum. Ama bir görün. Alnımdan akan terler, efendim o destelerin ağırlığı, sıcak hava otların küçük parçalarının terleyen vücuduma yaptığı masaj, İstanbul’da şikayetler edip mızmızlandığım hayatım rahatlıkmış diye düşünerek sanırım Hoca köyünün bütün güzünün yükü bende havasında çalışıyorum. Yani biri internete girip güz de çalışan köylü diye arama yapsa kesin benim o resmim çıkar. Sonra bir şey dikkatimi çekti. Yahu dirgen sadece bende var!
Aman Allah’ım! Nasıl yani? Acaba en zor çalışılan alet dirgen mi? Onların gücü yetmediği için mi sadece ben dirgenle çalışıyorum? Düşündüğüm gibi olsa anadut daha ağır gibi. Bir terslik var ama dur bakalım dedim kendime. Sonuç olarak o Kastamonu’yu kurtaran havam azcık söndü. Hevesim kırıldı. Diğer imecileri azcık yoklayınca öğrendim ki, beni yapamaz diye aslında olmayan bir iş uydurup genelde kadınların kullandığı dirgeni vermişler.
Soğudum, resmen soğudum ben. Bu bana uydurulan görev bence çok haksız. Dirgeni bıraktım. Adeta Kurt gibi pusuya yattım. Bir gölgeye çekildim ve bekliyorum. Çalışırken dikkatimi çeken bir başka olay yeni planım için bana akıl verdi. Yorulan sıcaklayan kişiler anadutu bırakıp biraz soluklanıyorlar.
Yaptıkları ne biliyor musunuz? Hazır tırpanla kesilip üst üste yığılmış ekinleri yani desteleri anadutla alıp, traktörün römorkun atıyorlar. Hayır, ne kadar zor olabilir ya? Sanki benim yaptığım daha az yorucu. Anadutun iki dişli kısmını destenin altına, tek dişini üstüne gelecek şekilde it. Desteyi kaldır. Salla römorka tamam. Bitti. Sen bide bu işi yapanların havasına bak. Zaten döküyorlar da desteden ekinleri.
Dur sen. Ben bir anadut ele geçireyim de görsünler bakalım deste nasıl kaldırılıyor. Adeta nakış işler gibi kaldırıp, atıvereceğim. Biraz sonra bir birlerini dürtüp beni gösterecekler. Hatta işi bırakıp seyredecekler o ahenkli deste alışımı. Traktörün bu kadar erken dolmasına da hayret edecek tüm köy. O dirgene layık görülmenin acısını alacağım sizden.
Kısa zaman sonra bir kişi düştü tuzağa. Sanki en ağır iş ondaymış gibi elinden anadutu şöyle attı. Aslında atmadı iki dişinin üzerinde itince kaydı gitti anadut. İşte aradığım fırsat bu. Yerimden sessizce kalktım. Yavaş ama emin adımlarla yaklaştım. İşte elimdesin anadut. Kimseye pas vermedim. Bu işi yıllardır yapıyoruz edasıyla ilk desteye yanaştım. İzlerken öğrendiğim gizli taktiği uyguladım. İki desteyi üst üste koydum. Anadut elimde adeta dans ediyor. Bence kıskanıyorlar. Şöyle tek hamlede havaya kaldırayım. Kalkmadı. Bir daha denedim az kalkar gibi oldu. Yok ya yaparım da işte boşluğuma geldi. Bu sefer nefesimi tuttum, yüklendim var gücümle. Oynadı sanki hadi bir daha gayret. Oldu be havalandı.
Anadut gökyüzüne yükselirken, ben adeta güneşe merdiven kurmuş gibi gururluydum. Anadut havada adeta raks ediyor, ekinler dile gelmiş beni alkışlıyorlardı. Birden bütün büyü bozuldu. Kafamdan aşağı dökülen ekinler her tarafımı kaşındırdı. Öyle kızdım ki inanamazsınız. Benim bu başarımı çekemeyip anadutuna aldığı desteyi başımdan aşağı döken kimdi acaba? Amcam bile olsa sert bir fırçayı hak etti.
Hemen arkama döndüm. Yüz ifademi ayarladım, sinir katsayım anlaşılsın diye kaşlarımı çattım. İnşallah arkamda ki şu uzun boylu Sebahattin abi değildir diye de içimden dua ediyorum ama aramızda. Korktuğum gibi olmadı Benden oldukça uzun Sebahattin abi değilmiş. Tek sorun kimse yok arkamda. O kadar uzaktan atamayacaklarına göre nerden geldi bu ekinler kafamdan aşağı?
Biraz daha uğraşınca etrafta ki muzip bakışları da birleştirip çözdüm gizemli olayı. Kendi kaldırdığım destenin yarısından fazlası kafamdan aşağı dökülmüş. Onlar kaldırdığında yapıştırmış gibi duruyordu andutların da. Bazen birkaç ekin düşüyor bende eleştiriyordum ama benim destenin yarısı gökyüzünde yarısı tepemde aslında çok az kısmı anadutta kalmış.
Beni yıldıramazlar. İlk defa olduğu için bence normal bu aksilikler. Asıl şimdi görecekler. Zaten anadut havada üzerinde az da olsa ekin var. Römorka salladım mı havamı atarım. Azimle ama dikkatle yürüdüm. Her adımda birkaç ekin daha düşüyor. O nedenle bu kısacık mesafe adeta sırat köprüsü gibi geldi. Sanıyorum ki herkes bana bakıyor. Bir birine beni gösteriyor. Olimpos dağının ya da Karadağın zirvesinde oturur havasıyla taşıdım son kalan ekinleri. Römorka yaklaşıp fırlattım sertçe. İşte oldu. Görün bakalım bu iş nasıl yapılırmış.
Şöyle gururlu ve havalı bir dönüş yaptım. Tebrikleri kabul etmek için. İşte bak amcam geliyor. Şimdi tebrik edecek ve gördünüz mü? Benim yeğenim nasıl yapıyor? Örnek alın biraz diye seslenecek. Belki işin tekniği ile alakalı bir kısa konuşma bile yaparım. Bu işi yıllardır ama teknik bilmeden, rastgele yapan bu imeci insanlarına.
-Öyle atılmaz, dedi amcam gülümseyerek.
-Neden? Diye sordum hemen ama çok büyük şaşkınlıkla.
-Bir kere araba çiğneyenin kafasına attın dedi.
O yukarda ki araba mı çiğniyormuş. Ben onu işten en ustaca kaytaran kişi diye işaretlemiştim kafamda. Aslında ekinlerin düzgünce yığılması ve iyice sıkışması için üzerinde gezerek işini yapıyormuş. Hayır, bu kadar işin eziyetin arasında adamın günahını da aldık iyi mi? Aslında arabanın en fazla alabileceği yükü almasını sağlıyormuş. Yani benden sonra en önemli kişi sayılır tarlada.
Daha bitmemiş yaptığım hatalar. Ekinlerin başakları dışarı mı gelecekmiş, içerimi anlamadım. Birde o yukarda ki kişinin işaret ettiği yere atmalıymışım. Kafasına değil. Ekinin başakları dışarda olsa ne olur, içerde olsa ne olur? Römorkta olduktan sonra ne fark eder aynı harmana gitmiyor mu? Hem bence araba çiğneyicinin hatası kafası yanlış yerde duruyor. Yoksa ben çok güzel savurdum desteyi ya da desteden kalan ekinleri.
Bence abartıyorlar. Kesin işi kendi başıma anlayıp güzelce yapmamı çekemediler. Bahanelerle başarımı gölgeleme çabası bu. İnsan sonuçta yıllardır yaptıkları işi, şehirden gelen bir çocuğun daha doğru yapmasını kaldıramadılar.
Bütün bu düşüncelerimin ışığında onları cezalandırmaya karar verdim. Benim çalışmamdan mahrum bırakayım da görsünler. Ben kendim seçtim tırmık vazifesini anlayacağınız. Amcamın istersen sen tırmık çek sözünün olayla alakası yok. Bu benim için kendimi ispat etmenin yeni savaş alanı.
Önce kısa bir brifing aldım görevimle alakalı. Hiç de önemsiz değil. Oldukça büyük bir tarak gibi dişleri olan, ama uzun saplı ahşap aletin adı tırmık. Tarlada bu desteyi almayı beceremeyen abilerin döktükleri ekinleri tırmıkla toplayacağım. Yani yine olayı kurtarmak bana düştü. Onların hatalarını kapatacağım. İnanın ben olmasam bu Hoca Köyünde güz bitmez. Bu güne kadar nasıl olmuş bu işler aklım almıyor.
Kendime ve tekniğime olan güvenim yerinde. Tırmığı kaptım ve vazifeye başladım. Bu iş bu sefer tamam. Sınırı koruyan hudut kartalları gibiyim. Sapından tut, arkandan çek, dişlerde toplanan ekinleri bir desteye ekle, bu kadar.
Kesin biri nazar ediyor. İnanın üzerim de göz var. Eski usulleri iyi bilen. El almış, ocaklı Binnaz anama kurşun döktürsem iyi olacak hatta şart oldu. Atlamadan bahsedeyim. El almış ya da ocaklı demek; bir bilenden eski usul tedavi yöntemleri öğrenip yetki almış demek. Allah uzun ömür versin Binnaz annem Çiftlik pazaryerinde ve yakın çevresinde herkesin bildiği bir insandır. Geyrek eğilmesi, gözden kurt dökülmesi, nazara kurşun dökülmesi işlerinin piridir. Onun elini kime verdiğini size söylemeyeceğim.
Bu kadar basit bir işte bile sorun çıktı. Sorun şu, tırmık tarlada taşlara veya topak halinde kalan topraklara, çıkıntılara takılıyor. Sizin de anlayacağınız üzere bu işte ki başarımın az olması tarla sahibinden kaynaklı. Ben çok teknik ve itinayla çekiyorum tırmığı. Sürekli takılması beni sinir etmeye başladı. Neymiş bunu dişlerine verilen açı bu takılma olmasın diyeymiş. Düzgün tutarsam biraz da dikkatli olursam takılmazmış. Çok biliyorlar. Sanki hayatlarında pergel, açıortay görmüşler de bana açı anlatıyorlar. Tarlanız yamuk hemşerim. Bi anlayın artık. Ben yıllardır matematik okuyorum sizden iyi bilirim sinüs kosinüs tanjant açılarını. Ama anlatamazsınız. Tarlanın yamukluğundan kaynaklanan sorunu laf kalabalığı yaparak bana yutturmazsınız.
Beni en çok yıkan ise tırmık çekme faaliyetinin normalde kadınlar tarafından veya Hilmi emmi gibi çok yaşlı insanlar tarafından yapıldığını öğrenmek oldu. Allah’ım bu nasıl bir gün. Sabahtan beri her işte bir aksilik çıktı. İşin kötüsü anadut, dirgen, tırmık ve tarlada ki teknik sorunları anlatamıyorum.
Bu sırada römork doldu. Sanmayın ki bu imece için gelenler doldurdu. Benim eşsiz özverim ve desteğim olmasa çok zor dolardı o römork ya neyse. Büyüklük bende kalsın. Bunu burada bırakmayacağım. Yokluğumda sisteme olan katkımı anlamaları, benim ne kadar ince çalışıp işin en önemli kısımlarını fark ettirmeden yaptığımı anlamaları için tarladan ayrılmaya karar verdim. Çünkü öğrendim ki daha birde harman yerinde işler varmış. İşte aradığım ilahi ışık. Meğer sabahtan beri yanlış yerde çalışıyormuşum. Bilge kişiliğim, acı kuvvetim ve çalışma azmim artık yerini buluyor. İmece müdürü beni yanlış yerde çalıştırmış. Sorun çözüldü.
Gurbetçi Gözüyle Güz hikâyemizin HARMAN bölümü pek yakında…
Saygı ve muhabbetlerimle.
Yine yine harika 👏🏻👏🏻👏🏻
Çok teşekkür ederim Sayın Kardelen. Sizlerin bu sıkı takip ve desteği inanın yazma azmimizi güçlendiriyor.
Dirgen ile ot toplamak içhry gidi hey sonra kışın hayvanlara karma yapsrak vermek danayı beslemek
Köy hikayelerini güzel yazıyor bu abimiz bir hayvan bakımı dana doğumu ile ilgili hikayeleri de paylaşması ümidiyle inşaAllah
Lütfen siz de paylaşın eski günler deyince aklınıza gelenleri. Teşekkür ederim okuduğunuz için.
Sataşma olduğundan söz istiyorum. Doğrudur Gurbetten gelen çocuklara mızıkçılık yapmasınlar diye ve nasıl olsa iş yapamazlar diye dirgeni tutuştururduk. Sana da aynı muamelenin yapılması gayet isabetli olmuş. Bizler köyde İstanbul’un kahvaltı saatlerinde öğlen kurufasulye soğan yerdik beyefendi. Her sabah tarhana çorbasız güne başlamazdık, hemi de gara cabada. Birde içine gevrek yemede yanında yat… Hikayeler çok güzel bizi geçmişe götürüyor inşallah devamını bekliyoruz.
Sayın Köse, tekrar tekrar inceledim. Gözümden bir şey kaçmasın diye çalıştığım oda da bulunan herkese sordum. Yazıda sizinle alakalı, size değinen bir yer, bir satır dahi bulamadık. Buluttan nem kapıyorsunuz bence. İstirham ediyorum sakin olunuz. isterseniz tekrar okuyunuz sizi işaret eden tek satır dahi olmadığını göreceksiniz. Saygılarımla.
Benim hatırımda kalan olayın harman kısmı, “Harman” yazısını merakla bekliyorum 🙂
Az kaldı Sayın Rüzgar…