Kaybettiklerimizi Geri Almak (Doç. Dr. Şemsettin Kırış)
Son zamanlarda mütedeyyin camiada eğitimde rekabete de sık vurgu yapılır oldu. Rekabet iktisadi bir kavramdır. Bu kavramın eğitimde ne işi var? Eğitimle ilgili bir adım atacaksanız bir felsefeniz olmalıdır. Uygulayacağınız eğitim neticesinde ortaya çıkacak insan tasavvurunuz olmalıdır. Rekabete odaklanırsanız hedeflediğiniz insan tasavvurunu ıskalarsınız. Bizim hedeflediğimiz insan sadece İmam Hatiplerde okuyan öğrenciler değildir. Diğer okullarda okuyan çocuklar da bizim çocuklarımızdır.
Katıldığım bir hayrî müessese istişare toplantısında bir konuşmacı iş ahlakında geri kaldığımızdan dem vurarak “Batı ahlaki çöküntü içinde, birkaç sene sonra hepsi Müslüman olacak” söyleminin iflas ettiğini söyledi. Komünüzmin de vaktiyle bütün dünya komünist olacak söylemine sığındığını, hâlbuki 90’lı yıllardan sonra çöktüğünü söyledi. Karşılaştığım bir sosyal medya paylaşımında da Avrupa’da ikamet eden Müslümanların işsizlik parası almak için sosyal güvenlik kurumuna karşı söyledikleri yalanlar mevzu ediliyordu. Belçika’da yaşayan annesi Müslüman babası Fransız bir genç kızın İslam’a girmede yaşadığı tereddütler anlatılıyordu. Müslümanların Batı ile güç yarışında kaybettiklerine vurgu yapan konuşmalarda artış gözleniyor. Bu kabil söylemler hangi sonuçları doğuruyor diye bir soru sorabiliriz. Samimi olarak şu cevapları tespit edebiliriz. Bu söylem, Müslümanlardaki özgüven duygusuna zarar veriyor. Müslümanların birikmiş problemlerinin çözümüne bir katkı da sunmuyor.
Küresel sistem üretilen ürünlerin 50 katı 100 katı daha fazla para dolaşımına göre kurulmuş. Üretimin karşılığı olmayan para, tatil sektörüne ve sosyal güvenceden geçinme, üretmeyip daima tüketen olma alışkanlığına hizmet ediyor. İnsanlar sosyal güvence için yaşar hale gelmiş, üretim heyecanını kaybetmiş. Kimse kusura bakmasın Batı insanı da sosyal güvenlik için yaşıyor.
Sosyal Güvenlik kurumlarında devlete atılan kazıklar, küresel bir problemdir. Sadece Müslümanların problemi değildir. Müslümanların bu ahlak krizinden etkilendikleri doğrudur. Ancak bu ahlak krizinin çarkına su taşıyan eğitim, iktisat ve istihdam nizamını kuranlar Müslümanlar değildir.
Son zamanlarda mütedeyyin camiada eğitimde rekabete de sık vurgu yapılır oldu. Rekabet iktisadi bir kavramdır. Bu kavramın eğitimde ne işi var? Eğitimle ilgili bir adım atacaksanız bir felsefeniz olmalıdır. Uygulayacağınız eğitim neticesinde ortaya çıkacak insan tasavvurunuz olmalıdır. Rekabete odaklanırsanız hedeflediğiniz insan tasavvurunu ıskalarsınız. Bizim hedeflediğimiz insan sadece İmam Hatiplerde okuyan öğrenciler değildir. Diğer okullarda okuyan çocuklar da bizim çocuklarımızdır. 80 İmam Hatip öğrencisinin bulunduğu toplam bin öğrencinin ders gördüğü ortaokulda patlak veren dansöz skandalında “söz konusu okul İmam Hatip” değil diye savunma yapıyoruz. Şu soruyu sormak istiyorum. Yaşanan rezaletin normal ortaokul öğrencilerine reva görülmesini içimiz kaldırıyor mu? İmam Hatip olmayan okulda her günah iş yapılabilir mi? Bunu mu demek istiyoruz? Bunu kabul etmemiz büyük bir çelişkinin içinde olduğumuzu gösterir. Hedeflediğimiz insan tasavvurunu sadece İmam Hatip’le için değil tüm halkımız ve genç kuşaklarımız için düşünmeliyiz.
Müslümanlarla müstevliler arasındaki ilişki, birbirini birbirinden bağımsız toplulukların birbirine ilişkisi gibi değildir. Mesela yukarda bahsettiğim sosyal medya paylaşımında adı geçen ülke olan Belçika, sömürgecileri temsil eder. Müslümanlar ise toprakları ve “çocuklarının zihinleri” işgal edilmiş olanları temsil eder. Belçika’nın Ruanda’da yaptıklarını biliyoruz. Birbiriyle yüzyıllarca kardeş yaşamış iki kabileyi birbirine düşürdükten sonra uçaklara binip nasıl kaçtıklarını ve yerli olan hiç kimseyi almadıklarını biliyoruz. Topraklarımızı ve çocuklarımızın zihinlerini işgal edenlerle müşterek bir noktada buluşamayız. Müslümanların asıl meselesi “zihinlerin işgali” meselesidir.
Sahip oldukları ilahi değerlerin kıymetini bilmeyen ümmetler, gücü değer haline getirir. Müstevliler bizden ne istiyor? Sahip olduğunuz değerleri bırakıp gücü değer haline getirin. Manevi varlıklarınızı değil, maddi varlıklarınızı mikyas alıp, birbirinizle güç yarışına girin, bunu istiyor. Eğitimde rekabet ve güç odaklı konuşmaları haklı görmemiz, zihinlerimizin işgalden nasip aldığını gösterir.
Asıl önemli olan Allah’ın huzurunda aklanmamız mı yoksa güç yarışında kazanmamız mı? Önemli olan aklanmaksa, kaybettiklerimizi geri alma duygusunu erteleyemeyiz. Kaybettiklerimize razı olamayız. Kaybettiklerimiz nelerdir? Müstemlekecilerin müdahalesinden bağımsız bilgi üretimini kaybettik. Bilgiyi üreten kurumlara akreditasyon adı altında teslim olduk. Mahalle irfanına dayalı tabii toplum yapısını ve marufeyi kaybettik.
MARUFE NE DEMEKTİR?
Marufe, Osmanlıca Türkçe’mizde bulunan güzel bir kelimedir, dileyen lugata bakabilir. Son zamanlarda kültür yerine bu kelimeyi daha çok kullanır oldum. Bu kelime Müslüman bir toplumun kabul ettiği iyi ve güzel iş ve davranışı ifade eder. Misafiri geldiğinde komşusunun büyük tenceresini alıp kullanabilmek bir marufedir. Birbirinin el arabasını ihtiyaç olduğunda habersiz alabilmek bir marufedir.
Selamlaşmak, tebessüm etmek, hal hatır sormak, bir marufedir. Hasta ziyareti, taziye ve davete icabet birer marufedir. Başka neleri kaybettik? Sahip olduğumuz değerleri sonraki nesillere aktarıcı eğitim nizamını kaybettik. Hayatı ilahi esaslara göre düzenleyen hukuk sistemini ve fıkhını kaybettik. Kaybettiğimiz bu dört şeyi geri alma duygusunu erteleyerek kendimizi aklayamayız.
Allah ile bağlantısı olmayan toplum güvende değildir. Madde ve mânâmız güvende değildir. Bilginin, kültürün, eğitim nizamının ve hukukun İslamileştirilmesi gerekir. Bunu başarmazsak âhiretimiz dahi güvende değildir. Çözüm Hz. Muhammed’in yoluna gerçekten bağlı ümmet olmaktadır. Çözüm çağdaş normlarla çeliştiğinde Hz. Muhammed’in getirdiği değer ölçülerini ve hayat çizgisini saklamamaktadır.
Müstemlekecilerle diyalog ve ortak söylem geliştirerek zihnimizin esaretine son veremeyiz. Allah’ın üstünde üst akıl yoktur. Modernleşmenin kaybettirdiklerini geri alma duygu, düşünce ve hayali taşımayan bir hareketin çağın menfi tesirleriyle başa çıkması mümkün değildir. Bu duyguya sahip olmazsak Allah’ın huzurunda da kendimizi aklayamayız.