“Dut ağacının altında meşveret: Kastamonu Tosya’da iftar sofrası” (Peki Meşveret Nedir?)
Aynı zamanda “sosyalleşme ayı”dır Ramazan ayı. Özellikle ikinci yarısından itibaren önce akrabalardan başlanılarak yakın arkadaşlar “iftar sofralarına” davet edilirler. Bu sofralarda sadece yemek yenilmez, “meşveret” de yapılır. Peki nedir bu “meşveret” dediğimiz şey?
Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü, Edebiyat Araştırmacısı, Akademisyen ve Tosyalı hemşehrimiz Prof. Dr. Orhan Söylemez Kastamonu Tosya’da dut ağacının altında kurulan “Meşveret Meclisini” ve Ramazan ayının güzelliklerini kaleme aldı. İşte o okunası güzel yazı…
“Dut ağacının altında meşveret: Kastamonu Tosya’da iftar sofrası”
Sevgili Tosyalılar,
“Bin aydan hayırlı” olan ve geçtiğimiz hafta idrak ettiğimiz mübarek “Kadir gecesinin” de içinde bulunduğu rahmet ve bereketin bol olduğu Ramazan ayını geride bıraktık. Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki bu sene biraz daha normale dönmüş bir “şeker bayramını” birlikte kutluyoruz. Yüce Yaradan, tuttuğunuz oruçları, ifa ettiğiniz ibadetleri, yaptığınız hayır ve hasenatı makbul kılsın ve mükafatlandırsın.
Bildiğiniz gibi “Ramazan ayı” dinimiz İslam’a göre Peygamberimiz Hz. Muhammed’e Kadir gecesinde mukaddes kitabımız Kur’an’ın ayetlerinin inmeye başladığı bir aydır. Müslümanlar bu ayda “sahur”a kalkar, ağzını bağlayıp “oruç” için niyetlenir ve tutarlar. Gündüz işinde gücünde, hayır ve hasenat peşinde koşturur, akşam da aile efradı, eş-dost ile “iftar” yaparlar. Yenilen yemeklerin ağırlığını üzerinden attıktan sonra da “terâvih namazına” koştururlar. Ramazan ayı için “ibadet ayı” denilse yeridir.
Aynı zamanda “sosyalleşme ayı”dır Ramazan ayı. Özellikle ikinci yarısından itibaren önce akrabalardan başlanılarak yakın arkadaşlar “iftar sofralarına” davet edilirler. Bu sofralarda sadece yemek yenilmez, “meşveret” de yapılır.
Peki nedir bu “meşveret” dediğimiz şey? Kelimenin kökü Arapça’dan gelir. “İstişare etmek veya müşavere etmek” demektir. Biraz açmak gerekirse, herhangi bir konu hakkında o kon öunun ehline yani ustasına veya uzmanına danışmak, onlardan fikir almak demektir. “Hürriyet Kasidesi” şairi ve “Vatan yahut Silistre” yazarı Namık Kemal şöyle der: “İşlerde onlarla istişare edin” nass-ı sarihi ile usûl-i meşveret emreder. Nass-ı sarih, “çok açık ve kesin olan Kur’an hükmü” olduğuna göre Müslümanın “istişare” etmesi elzemdir. İşte “istişare” yapma veya konu ve konular üzerinde fikir alışverişinde bulunma meclisine de “meşveret” denilir. Hani demişti ya şair: “Müsadame-i efkârdan bârika-yı hakikat doğar” yani “Fikirlerin çatışmasından hakikat güneşi doğar.” Meşverette de fikirler çatışır, ortaya hakikatin güneşi doğar.
İşte geçtiğimiz hafta, Kadir gecesinin arifesinde Tosya’da bir bağ evinde hem de “dut ağacının altında” “meşveret meclisi” kuruldu. Ev sahipliğini şehrimizin ileri gelenlerinden ve marangoz eşrafından Cevat Bazlamatçı’nın oğlu Ekrem kardeşimiz yaptı. “İftar sofrasının” sahibi ise yine Tosya esnaf ve eşrafından değerli kardeşimiz Sacittin Börekçi idi. Sofranın misafirleri ise Kastamonu Üniversitesinin değerli öğretim üyeleri idi. İçlerinde Tosya’ya ve özellikle “iftar sofrasına” has “keşkek” yemeğini ilk defa tadanlar da vardı. Mesela Mühendislik Fakültesi’nin eski dekanı Sayın Prof. Dr. Özgür Öztürk. Mesela büyük bir maharetmiş gibi yeni yönetim tarafından kapatılan Su ve Su Ürünleri Fakültesi eski dekanı Sayın Prof. Dr. Mahmut Elp. Mesela Eğitim Fakültesi eski dekanı, Tosya’nın medar-ı iftiharı Sayın Prof. Dr. Selahattin Kaymakçı. Mesela eski Rektör Yardımcımız, Orman Fakültesi öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Sezgin Ayan. Su ve Su Ürünleri fakültemizden iki, Fen Edebiyat fakültemizden bir doçentimiz; Doç. Dr. Âdem Yavuz Sönmez ve hemşerilerimiz Doç. Dr. Mehmet Kıldıroğlu ve Doç. Dr. Ertuğrul Terzi. Tosya’dan Sacittin Börekçi, Ekrem Bazlamatçı, Asım Acımaz, Eski MHP İlçe Başkanımız Sayın Muvaffak Etyemez, Ankara’da bürokratik engelleri aşmada “İngiliz anahtarı” rolündeki büyüğümüz Faruk Helvacı ve isimlerini hatırlayamadığım diğer arkadaşlar. Keşkek yenildi. Patat(es) yenildi. Sarıgılçık pirincinden yapılmış nefis pilav Hıdırlık tepesi gibi yığıldı, çeltik gölü gibi “et suyu” ile servis edildi. İftar açıldı, karınlar doydu ve “meşveret” başladı.
Faruk Helvacı’nın yıllar önce yakın arkadaşları ile birlikte giriştiği “atık yağ toplama ve dönüştürme projesi” üzerine konuşuldu. Doksanlı yılların sonu belki de iki binli yılların başında “girişimcilik” örneği. Günümüzde “girişimcilik dersi”nin zorunlu olarak bütün üniversitelerimizde okutulduğunu hepiniz bilirsiniz. Yine hepinizin çok iyi bildiği gibi “dönüşüm” üzerine dönüyor dünya gündemi. Endüstriyel atıkların dönüşümü ve yeniden kullanılması. Kâğıt atıklarının dönüşümü ve yeniden kullanımı. Enerjinin dönüşümü ve yeniden kullanılması. Elektronik eşyaların dönüşümü ve yeniden kullanılması. Hatırlayın özellikle Türkiye’deki “dönüşüm” hareketinin başında da Sayın Emine Erdoğan var ve büyük çaba göstererek Türkiye’deki “dönüşüm hareketini” canlı tutuyor.
Yanılmıyorsam Henry Kissenger idi, 1970’li yıllarda bir büyük devlet adamı şöyle demişti: “Petrolü kontrol edersen bir ülkeyi kontrol edersin. Gıdayı kontrol edersen dünyayı kontrol edersin.” Bu çok büyük bir söz. Biz gıdayı da dönüştürebiliriz, petrolü de. İşte Sayın Helvacı ve çok kıymetli arkadaşları—gururumuz, dostumuz, arkadaşımız, ülküdaşımız Mustafa ve Ali Osman Mola kardeşler ile büyüğümüz Ziya Yılmazbilen—yıllar önce kimsenin “hayal” bile etmediği böyle dönüşüm projelerine yatırım yaptılar. Araçların motorlarından çıkan “atık yağları” da evlerde kızartmalardan sonra çöpe dökülen “evsel atık yağları” da toplayarak dönüştürmek istediler. Karşılaştıkları bürokratik engelleri saysam Cumhuriyet Meydanından başlayıp Üç oluklara kadar uzanır.
İftar soframızın sahibi Sacittin Börekçi’yi tanımayan yoktur. “Börekçi Kapı” artık bilinen bir markadır. Sayın Börekçi sadece ürettiği kapıyla değil, ürettiği ilginç fikirleriyle ve yaptığı hayır hasenat işleriyle de dikkatleri üzerine çekiyor. Hani iki haftadır “ütopya”dan yani “hayal edilen”den bahsediyorum ya işte öyle. Biliyorsunuz ki bütün mucitler hayalleri üzere yürüyerek keşifler yapmışlardır. Mesela bugün en güvenli ulaşım aracı olan “uçaklar” insanoğlunun kuşlara bakarak “kanat” kullanmayı “hayal” etmesinin ürünüdür. Eğer Osmanlı dönemi “Bilim tarihi”ne bakma imkânı bulursanız pek çok icadın mucidini ve onların çizimlerini bulmanız mümkündür.
Mesela Hasan Çelebi henüz 17. Asırda ilk uçuş denemesi yapan bir mucittir. Yine aynı yüzyılda Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kuşlardan esinlenerek Galata Kulesi’nden Boğaz’ın öteki yakasına uçtuğunu bilmeyen yoktur. Leonardo da Vinci’nin de planör tasarımları olduğunu duymuşsunuzdur. Galata Köprüsü için de çizimler yapmış ve o günün padişahına göndermiştir. Bir müzede bu tasarımları görmüştüm. Bütün bunlar geliştirilerek nihayet Wright Kardeşler tarafından ilk motorlu uçaklar tasarlanmış ve bugünlere gelinmiştir. Bugün artık uzaya “turistik” geziler düzenleniyor. Prof. Dr. Yavuz Unat’ın Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji ve İlkçağlardan Günümüze Astronomi Tarihi kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. Astronomi de bilim de biz Müslümanlar için çok gerekli; çünkü “Miraç Kandili” olarak kutladığımız gecede İslam inancımıza göre Hz. Muhammed “burak” ile göğe yükselmiş, Allah ile “meşveret” edip öte âlemleri görmüş ve geriye dönmüştür. Sadece bu olay bile bizim “muhayyilemizi” harekete geçirmeye yeter de artar bile. Sayın Börekçi akla hayale sığmayacak kadar ilginç fikirler üretebiliyor. İşte üretilen bu fikirlerin hayata geçirilmesi de “bilim adamlarının” işi. Alanının uzmanlarından Prof. Dr. Özgür Öztürk, metallerin “iletimi” ile uğraşıyor. Dekanlık yaptığı dönemde öğrencileri ile birlikte “güneş enerjisi” ile çalışan bir araba prototipi tasarladılar. Fakültede sergileniyor. Görmek isteyenler görebilirler. Önce birilerinin “hayal” etmesi, sonra birilerinin bu hayal edilen ürünü “tasarlaması” ve sonra da birilerinin bu ürünleri “üretmesi” gerekiyor. Bilmem anlatabildim mi?
Edebiyat eleştirmenleri tarafından “… Dünya edebiyatında görülmemiş bir kurgu” diye yorumlanan İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası romanını ve bunu müteakip Kitab’ül- Hiyel yani Hayaller Kitabı’nı tavsiye edebilirim. Unutmayın ki edebiyatçılar “en çok hayal eden” insanlardır. Gerçi bütün sanatçılar öyledir ya ben yazar ve şairleri tercih ediyorum. Bu arada Türk bilim tarihi dediğimizde sakın büyük devlet adamı ve bilim adamı, matematikçi Uluğ Bey’i unutmayın. Bayramda ne okuyalım diye darlanırsanız size Adil Yakupoğlu’nun Uluğbey’in Hazinesi kitabını öneririm. Hem Uluğ Bey’i hem de onun öğrencisi büyük matematikçi Ali Kuşçu’yu yakından tanımış olursunuz. Yine unutmayalım ki Tosya’dan yetişen iki büyük matematikçimiz vardır. Biri Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sait Halıcıoğlu, diğeri de Kastamonu’da bir özel eğitim okulunda görev yapan Aziz Büyükkaragöz. Onları da bir yerlere not edin, lütfen.
Bugünlük de bu kadar. Şeker Bayramınızı kutluyorum.
Bayramdan bayrama ulaşmayı, eş dost ile kavuşmayı nasip etmesi için yüce Yaradan’a dua edelim. Unutmayalım ki “Cennet” de her mümin için bir “ütopya” yani “hayal”dir. Ömrümüz boyunca bu “ütopya”mıza ulaşmak için uğraşmıyor muyuz, nefsimizle ve başkalarıyla didişmiyor muyuz? İnsanoğlu “cennet”i de “cehennem”i de içinde taşır. İsterse hem bu dünyada hem de ahirette kendisine ve çevresindekilere “cennet” gibi bir ortam yaratır, istemezse de hem kendisi hem de çevresindekilere “cehennemi” yaşatır. Lütfen “cennetinizi” başkalarıyla paylaşın. Kazakistan’dan bir “dua” ile bitirelim:
Алла тағала рамазан айында ұстаған оразаларымыз бен құлшылық-ғибадаттарымызды қабыл етіп, екі дүниенің бақытына бөлегей! Халқымыздың ынтымақ-бірлігін арттырып, ырыс-несібесін адалынан молайтқай! Дінімізге қуат, өзімізге иман байлығын бергей! Әумин!
Allah ü Teala, Ramazan ayında tuttuğumuz oruçları ve dualarımızı kabul etsin ve iki dünyanın mutluluğunu bizlere paylaştırsın! Halkımızın birliğini güçlendirsin ve refahını artırsın! Dinimize kuvvet versin, bize iman zenginlikleri versin! Âmin!
Hayallerimize ulaşmak, yeni yazılarda buluşmak dileğiyle,
Prof. Dr. Orhan Söylemez