Çanakkale Savaşı ve Önemi
Türk milletinin sayısız şan ve şerefle dolu mazisinin en parlak sayfalarından birisi Çanakkale Savaşları’dır.
Türk milletinin sayısız şan ve şerefle dolu mazisinin en parlak sayfalarından birisi Çanakkale Savaşları’dır. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra (1911-1912) son Afrika toprağını da İtalya’ya kaptırmış, ardından Balkan yenilgisiyle Rumeli’deki son hakimiyetini de elinden çıkarmıştı. Bulgar ordularının İstanbul’a kadar dayanması, asırlar boyunca Türk toprağı kalan Rumeli’nin kaybedilmesi bununla beraber İstanbul ve boğazların tehlikeye girmesi Osmanlı Devleti’ni siyasi anlamda yalnız bir konuma sürükledi.
Avrupa’da ise Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte Fransız İthilali’yle doğan milliyetçilik akımlarına ekonomik rekabet ve sömürgecilik de eklenmiş, bu kabuk değişimleri aynı zamanda Kıta Avrupası’nı aşan bir rekabeti de beraberinde getirerek hızlı bir bloklaşmayı doğurmuştu.
Dünya Savaşı günlerinde Osmanlı Devleti Balkanlar’da aldığı ağır yenilgi neticesi hiçbir blokta yer bulamamış, Osmanlı Devleti’nin gücü diğer devletlerce küçümsenmiş kendilerine yük olur endişesiyle ittifaka alınmamıştı. Ancak daha sonra Alman İmparatoru her iki taraf arasındaki savaşta Osmanlı ordusunun hiç olmazsa düşman kuvvetlerinin bir kısmını oyalayabileceği gerekçesiyle duruma el koymuş, bu surette Osmanlı Devleti kaderini “üçlü ittifak”a bağlamıştı.
Almanya, Avusturya ve İtalya’dan meydana gelen “İttifak Devletleri” ile İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan “İtilaf Devletleri” arasında siyasi, ekonomik ve askeri rekabet Avrupa’yı ikiye böldü. Gerginliklerin devam edip artması neticesinde 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand, bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bu olay iplerin iyice gerilmesine neden oldu.
Hadisenin üzerinden çok geçmeden: 28 Temmuz 1914’te, Avusturya’nın Sırbistan’a karşı savaş açıp seferberlik ilan etmesi ile insanlık tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı mücadele olan Birinci Dünya Savaşı başlamış oldu. Savaş taraflara yakın ülkelerin peş peşe katılmalarıyla kısa zamanda önce Avrupa, çok geçmeden de bir dünya savaşına dönüştü.
Doğu’nun “Hasta Adam’ı Osmanlı Devleti, daha Trabulsgarp ve Balkan Savaşları’nın yaralarını sarmadan kendini yeni bir savaşın eşiğinde buldu. Kayıplar sadece toprak kaybından ibaret değildi. Aynı zamanda büyük paralar harcanarak alınan çok kıymetli silah ve cephaneler de düşmanın eline geçmişti. Bu ağır kan kaybı ve iç karışıklıklar içerisinde Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na istemeden de olsa girmişti.
Zayıf Osmanlı ekonomisi Avrupalıların kapitülasyon ve ağır mali boyunduruğu altında eziliyordu. Zira büyük devletler sanayi inkılabından sonra hızlanan kaynak yarışında gözlerini Osmanlı üzerine dikmişlerdi. Osmanlı Devleti bir dünya savaşı çıkarsa nerede durması gerektiği sorusuna cevap aradı.
Bu çerçevede ilk zamanlar denizlerde güçlü İngiltere’nin başını çektiği İtilaf Devletleri yanında savaşmak görüşü ağırlık kazansa da Rusya’nın buna sıcak bakmaması, Osmanlı Ordusu’nun askeri malzemeye ihtiyaç duyması, İngiltere’nin Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri düşünülen bu askeri ve siyasi ittifakı engellemiştir.
Osmanlı Devleti’nin ittifak teşebbüslerini kabul etmeyip adeta Osmanlı’yı Almanya’nın kucağına iten İngiltere, gerçek gerçek niyetini de ortaya koyuyordu: “Osmanlı Devleti’ni yıkmak, İstanbul’u ele geçirmek, böylece Anadolu ve Ortadoğu’nun zenginliklerine kavuşmak. Gelişmeler bu minval üzere seyredince Osmanlı cephesinde ibre, İttihatçıların yaklaşımları doğrultusunda Almanya yönüne kaydı. 2 Ağustos 1914’te yapılan bir anlaşmayla “Türk-Alman İttifakı” kesinleşmiş oldu.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra (1911-1912) son Afrika toprağını da İtalya’ya kaptırmış, ardından Balkan yenilgisiyle Rumeli’deki son hakimiyetini de elinden çıkarmıştı. Bulgar ordularının İstanbul’a kadar dayanması, asırlar boyunca Türk toprağı kalan Rumeli’nin kaybedilmesi bununla beraber İstanbul ve boğazların tehlikeye girmesi Osmanlı Devleti’ni siyasi anlamda yalnız bir konuma sürükledi.
Avrupa’da ise Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte Fransız İthilali’yle doğan milliyetçilik akımlarına ekonomik rekabet ve sömürgecilik de eklenmiş, bu kabuk değişimleri aynı zamanda Kıta Avrupası’nı aşan bir rekabeti de beraberinde getirerek hızlı bir bloklaşmayı doğurmuştu.
Dünya Savaşı günlerinde Osmanlı Devleti Balkanlar’da aldığı ağır yenilgi neticesi hiçbir blokta yer bulamamış, Osmanlı Devleti’nin gücü diğer devletlerce küçümsenmiş kendilerine yük olur endişesiyle ittifaka alınmamıştı. Ancak daha sonra Alman İmparatoru her iki taraf arasındaki savaşta Osmanlı ordusunun hiç olmazsa düşman kuvvetlerinin bir kısmını oyalayabileceği gerekçesiyle duruma el koymuş, bu surette Osmanlı Devleti kaderini “üçlü ittifak”a bağlamıştı.
Almanya, Avusturya ve İtalya’dan meydana gelen “İttifak Devletleri” ile İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan “İtilaf Devletleri” arasında siyasi, ekonomik ve askeri rekabet Avrupa’yı ikiye böldü. Gerginliklerin devam edip artması neticesinde 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand, bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bu olay iplerin iyice gerilmesine neden oldu.
Hadisenin üzerinden çok geçmeden: 28 Temmuz 1914’te, Avusturya’nın Sırbistan’a karşı savaş açıp seferberlik ilan etmesi ile insanlık tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı mücadele olan Birinci Dünya Savaşı başlamış oldu. Savaş taraflara yakın ülkelerin peş peşe katılmalarıyla kısa zamanda önce Avrupa, çok geçmeden de bir dünya savaşına dönüştü.
Doğu’nun “Hasta Adam’ı Osmanlı Devleti, daha Trabulsgarp ve Balkan Savaşları’nın yaralarını sarmadan kendini yeni bir savaşın eşiğinde buldu. Kayıplar sadece toprak kaybından ibaret değildi. Aynı zamanda büyük paralar harcanarak alınan çok kıymetli silah ve cephaneler de düşmanın eline geçmişti. Bu ağır kan kaybı ve iç karışıklıklar içerisinde Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na istemeden de olsa girmişti.
Zayıf Osmanlı ekonomisi Avrupalıların kapitülasyon ve ağır mali boyunduruğu altında eziliyordu. Zira büyük devletler sanayi inkılabından sonra hızlanan kaynak yarışında gözlerini Osmanlı üzerine dikmişlerdi. Osmanlı Devleti bir dünya savaşı çıkarsa nerede durması gerektiği sorusuna cevap aradı. Bu çerçevede ilk zamanlar denizlerde güçlü İngiltere’nin başını çektiği İtilaf Devletleri yanında savaşmak görüşü ağırlık kazansa da Rusya’nın buna sıcak bakmaması, Osmanlı Ordusu’nun askeri malzemeye ihtiyaç duyması, İngiltere’nin Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri düşünülen bu askeri ve siyasi ittifakı engellemiştir.
Osmanlı Devleti’nin ittifak teşebbüslerini kabul etmeyip adeta Osmanlı’yı Almanya’nın kucağına iten İngiltere, gerçek gerçek niyetini de ortaya koyuyordu: “Osmanlı Devleti’ni yıkmak, İstanbul’u ele geçirmek, böylece Anadolu ve Ortadoğu’nun zenginliklerine kavuşmak. Gelişmeler bu minval üzere seyredince Osmanlı cephesinde ibre, İttihatçıların yaklaşımları doğrultusunda Almanya yönüne kaydı. 2 Ağustos 1914’te yapılan bir anlaşmayla “Türk-Alman İttifakı” kesinleşmiş oldu.