enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp

(H)Opdalidon, Sağlık Karnesi ve Bizim Selimgil Ailesi (İşte Size Çok İlginç Köy Hikayeleri)

Çocukluğumuz köyde geçti. Bizim ailenin (Selimgil) özellikle annemin Hopdelidon bağımlılığı vardı. Bilgiye ulaşmak neredeyse imkansızdı. Haberler Radyo ve İstanbul’dan gelenlerden duyabildiğimiz ve de anlayabildiğimiz kadardı. O zamanlar Google amcamız yoktu, ya İstanbul’dan gelecek diye gözetlediğimiz Hakkı amca ya da her hangi bir emmimiz vardı.

(H)Opdalidon, Sağlık Karnesi ve Bizim Selimgil Ailesi (İşte Size Çok İlginç Köy Hikayeleri)
25 Aralık 2022 01:54 | Son Güncellenme: 25 Aralık 2022 10:45
A+
A-

Optalidon Nedir? Sağlık Karnesi, Kara Ahlat Pekmezi Nasıl Yapılır? Efsane Köy Hikayeleri, Diş Ağrısı Nasıl Geçer? Telefon, Ekin biçmek nedir? Yaşanmış Efsane hikayeler, Çevirme Kebap,

1980 yılında İstanbul’dan köye yerleşmişiz. İstanbul’da okula gitmesek te okul önüne gider bol bol börek yermişim. Köye gidip ilkokula başlayınca bu okulun böreği falan yok diye biraz naz etmişim ama şimdi bizim çocuklara gösterdiğimiz ilginin yüzde biri bile olmayınca bizim nazda uzun sürmedi elbette. Zaten süremezdi de yoksa eşek sudan gelene kadar zopayı yeyverirdik şartosun.

İlkokulun bırakın böreğini odunu bile yoktu. Her gün iki adette odun götürürdük soba yakmak için. Daha sonra Öğretmenimiz organize ederek toplu olarak traktörle getirince en azından odun taşımaktan kurtulmuştuk. Öğretmenler günü kutlar mıydık hatırlamıyorum ama her karne aldığımızda öğretmene ya canlı tavuk, hem de full gezeninden ya da bir sepet doğalından yımırta götürürdük. Ama şunu belirteyim çok güzel oyunlar oynardık ve hepimizin o günlere dair hikayeleri var. Maalesef şimdi bizim çocukların hikayeleri yok.! O günkü çocukluk hikayelerimizi ve oyunlarımızı yazmaya çalışacağım inşallah

Yaz ayları ot yolumu, patates kazımı, güz kuymak derken adeta bankamatik gibi 7/24 saat çalışmakla geçerdi. Gaffaroğlu’nun Gurbetçinin gözünden güz hikayesini bilmem ama bizim hikayelerde başkaydı gerçekten de…

 

Biz babaanneye ebe derdik nedense.. Ben Yağlugara ebemle yatar ebemle kalkardım. O kadar ki kardeşlerim beni ebemin oğlu zannederlerdi. Yaz ayları geldi mi ekin biçmek, deste toplamak, deste çekmek, tırmık çekmek, harmana getirip yığın yığmak ve en sonunda 2-3 gün hiç ara vermeden harmanda padozu çevirmek hem zahmetliydi hem de unutulmazdı. Onun için bizim akranlar kendilerini şanslı saysınlar. Bakın şimdiki bizim çocukların ileride anlatabilecekleri bir hikayeleri bile yok

Ekin biçme zamanı gelince herkes gibi bizi de bir telaş sarardı. Babamın mide rahatsızlığı vardı. Özellikle kış ayları kıvranırdı, ameliyata falanda geldi ama çare olmamıştı. En sonunda gara ahlat pekmezi ye diyen bir doktorun tavsiyesi ile bıçak gibi kesilmişti ama artık köy işleri de kalmamıştı şansından. Bizde çocuktuk. Gerçi bizim akranlarımız azda olsa tırpan kullananlar vardı. Anlayacağınız bizde tırpan tutan bir anam vardı. Diğer tarlalarda bir kaç kişi olunca anamda geri kalmamak için adeta yarış ederdi. Ebem ise kenarları iki büklüm bir şekilde orak ile yolar, azda olsa katkı sunardı. Gerçi otu falan hep ebem yolardı.

ANNEM AYFER KÖSE DIŞ İŞLERİ YAPMAYI SEVERDİ

Annem çoğunlukla dış işleri yapmayı severdi. Ev işlerini ebeme bırakırdı. İlk zamanlar ailede tarlada tırpan kullanan tek kişiydi. Sürekli söylediği saçımı süpürge ettim bu mana da doğru idi. Yağlugara ebem her akşam kara cabada tarhana pişirir, içine de sürekli bir torbada hazır bulundurduğu gevrek doğrardı. Sürekli bulaşık yıkar, iki büklüm olarak mantar ve ot toplamayı çok severdi. Bir ter ekmek yapardı en meşhur baklavacının yufkasından daha ince ve güzel olurdu. Pıt pıt ekmeği yapardı.

Bir hayvan kestiğimizde tırnaklarına kadar ütüler değişik değişik yemekler yapardı. Koyunun kuyruk yağını kuşbaşı şeklinde doğrayıp  yağ sızdırma mı bir şey derdi ama lezzeti hala gözümün önünde duruyor gibi. Ahlatı, elmayı pişirir ter ekmeğe sarar yerdi.

Kuş ekmeği, kirtlek, kuzu kulağı, teke sakalı, mancar, tülüce, yelmük, madımalak vb. envayi çeşit ot toplar ya ekmeğe sarar yada değişik yemekler yapıp yedirirdi. Belinden bıçağı hiç eksik olmazdı. Küle patates gömer, yatarken 3 yorgan, 3 yastıktan aşağısını kabul etmezdi. Hani derler ya elinin yundusu bile yenirdi işte. Allah rahmet eylesin.

Annem ise tarla işlerini yapmaktan ev işlerini yapmayı pek sevmezdi. Aslında İstanbul’da durmanın avantajları vardı ama ev işlerini ebeme yıktığından kendi de evde tek tırpan tutan kişi ünvanının dokunulmazlığını sürüyordu. İnek buzaladı mı etenini gı yağlugara benim midem kaldırmıyor diye acındırarak ebeme yıkıverirdi. Hocaköyü çiftliklere imece ekibiyle özellikle pancar yani çükündür kazmaya veya sökmeye kısaca imeceye gitmeyi severdi. Çünkü her gittiğinde magazinsel haberlerle geliyordu. Tabi o zamanlar Müge Anlı ve Esra Erol yok idi. Ebem sayesinde ev işlerinden iyice uzaklaşan annem ebem ölünce bunun sıkıntısını çekti bayağı. Anama 10 tarlayı biç veya kaz de biçer de kazar da ama evde bir çay bardağı yıkasa öldüm bittim diye yakınıp durur. Hoptalidon tarlada işe yarasa da ev işlerinde hiç yaramıyordu anlayacağınız.

TAKAĞUT NE DEMEK?

Babama Takağut derlerdi. Askere gidince yüksek nöbet kulübesine askeri araç çarpıp yıkınca diğer asker feci şekilde ölmüş, babamın ise bacağı falan kırılmış. Tedaviden sonra terhis edip memlekete getirmişler ve bir Yüzbaşının gayretleri ile malülen emekli yapmışlar. Babam erkenden oluvermiş emekli yani takağut. Ondan sonra takağut aşağı, takağut yukarı tabi..

Tabi başka emekli olmayınca bizim biraz avantajlarımız vardı. Yapraklı nüfus cüzdanları gibi yapraklı Sağlık Karnelerimiz de vardı. Babamın sağlık karnesini çok kişi ilaç yazdırmak için gelir rica eder ve alırdı. Hatta bir kadında ameliyat bile olmuştu. Yıllar sonra babamı hastaneye götürünce doktorlar ne tür hastalık geçirmiş diye şimdiki gibi e-nabızdan değil de Sağlık Karnelerinden bakarlardı.

Nitekim bakınca oooo sen ne hastalıklar geçirmişsin böyle amca, ameliyatlarda olmuşsun deyince biz durumu bir şekilde izah edince, bundan sonra yapmayın ceza yersiniz diye biraz korkutunca bir daha da vermemiştik kimselere.

Şimdi diyeceksiniz ki; peki daha önce neden veriyordunuz? Efendim biz vermiyorduk, ihtiyacı olan köylülerimiz gelir isterlerdi babamda kırmaz verirdi. Eskiden yasak masak falanda dememişler.

ŞİMDİ GELELİM OPDELİDON YANİ HOPDELİDON HİKAYESİNE

Babam nerde bulduysa bir opdalidon ama biz onların diliyle hep hopdelidon olarak bildiğimiz pembe kutulu ve içinde 40 veya 50 adet olan bir ilaçları vardı. Biz bunu ağrıkesici olarak bilirdik.

Her sabah kahvaltıdan sonra mutlaka annem bir tane hopdelidon atardı. Tarlaya gidip 2 saat falan çalışıp biraz terleyince babama seslenir ve bir hoptalidon ver der onu da hemen yutardı. O hapı yutunca anamı kimseler tutamazdı. Tırpan adeta otomatik gibi çalışırdı. Öğlen yemeği yiyince bir tane, ikindiye doğru bir tane ve akşam bir tane daha. Günde en 3 veya 4 tane rahat atardı. O hapı atınca da çok iyi geldi der tarlayı biçer atardı. Her o hapı attığında motive olur hızına hiç birimiz yetişemezdik. Birde ayluklugilden Mehmet enişte, İstanbul’dan her yazın köye güz kuymaya gelirdi. İyi de ekin biçerdi. Bazı tarlalarımız yan yanaydı. Ayluklugil kalabalıktı ve traktörleri de vardı. Annem adeta onları rakip görür ve onlarla yarışmak için sürekli yüklenirdi hopdalidona. Hopdalidonu Babamda kullanırdı ama günde iki kez atardı. Gerçi babam ilk zamanlar mide ağrısından dolayı tırpanda tutmazdı, bol bol talcid kullanırdı. Ama daha sonra bu rahatsızlığını sigarayı bırakarak ve bir doktorun ahlat pekmezi tavsiyesiyle kurtuldu.


Bir gün Kirazcık Ketenlerden Selim emminin hanımı ile Yağlu Hasan amcanın hanımı Nazife ebe, aynı zamanda tabi yıllar sonra eşimin anneannesi olarak karşıma çıktı. Bizim Kıran’a gidiyorlar. Hatice nine hasta ve halsiz olduğunu, başının ağrıdığını söyleyince bizim Takağut durur mu? Dur dedi sana bir hap vereceğim amma bana dua edeceksin bir şeyin kalmayacak dedi. Neyse bir tane getirdi verdi ve Hatice teyze kaderine deyip içti. Kaderine şunun için söylemişti kanımca; o zamanlar kimseler hap falan kullanmıyordu daha doğrusu ağrı krsci nedir bilmiyorlardı. Babam 3 ayda bir maaşa falan gidince getirirdi kim söylediyse artık. Neyse Hatice teyze ve Nazife ebe Kıran’a gidip saatler sonra geri dönerken bizim kapının önüne uğradılar. Hatice teyze babama dedi ki; O hap bana çok iyi geldi. Hiç dermanım, ferim fendim bile yoktu, başım ağrıyordu ama kesip attı sen bana o haptan bir kaç tane daha ver dedi. Babam durur mu, hemen gidip bayağı fazlaca getirip verdi. Çünkü bizde leblebi gibiydi adeta, boldu. Başı, dişi ağrıyana, hatta terleyene bile o haptan verirdi babam. Çünkü annemde kendisi de zaten bu yüzden kullanıyorlardı.

Hikayesi çokta neyse bir günde Kırandan rahmetli Gülizar nine geldi. Torunu Yeter’in dişi fena ağrıyormuş, ne yapsalar fayda etmemiş. Doğru bizim eve geldi. Çünkü eczane gibiydi. Babamın ameliyatından kalan tütün kolonyaları, sargı bezleri falanda vardı. Gülizar nine namı değer hopdalidonu alıp gitti. Yüzü güleç, hazır cevap ve çok hızlı yürürdü. Adeta pire gibiydi Allah rahmet eylesin. Hopdalidonu götürüp torunu Yeter’e verip attırınca ne diş ağrısı kalmış ne bişey. Mutlaka gece falan uyutmamış olacak ki Gülüzar nine bizim köye kadar geldi ve babama dedi ki Allah razı olsun o hap geçirdi, çocuk kendine geldi. Yeter evlenirken sana bir gömlek sözüm olsun dedi sevinçle… Gülizar nine vefat edince torunu Yeter o gömleği unutmamış almış ama babam diyor ki o gömlek bana hala gelmedi nedense. Buradan Karabıdak veya Şahan kardeşim duyarda belki alıverirler benden hatırlatması..

Şimdi bu kadar hopdalidon anlatınca ne var ki bunda diyebilirsiniz. Neler yok ki!?

Yıllar sonra öğrendik ki anamın babamın kullandıkları o meşhur optalidon yani namı değer hopdelidon meğer bir DOPİNG hapıymış. Ve bağımlılık yapıyormuş. O hapı atınca anamın gaza gelmesi o yüzdenmiş. Anam her seferinde O hapı atınca hani Fatih Terim futbolcuları motive edince futbolcular coşuyordu ya aynen öyle motive olup adeta coşardı. Meğerse boşuna değilmiş.

5-6 yıl önce iş icabı bir yere gitmiştik. Epey kalın bir kitap çıkarıp demişti ki; Bu kitap 90’lı yılların kullanılması tavsiye edilen ilaç listesi ama şimdi yüzde 90’ı yasaklanmış demişti.

TELEFON OLMAYINCA HABER ALMAK VEYA DÜZELTMEKTE İMKANSIZDI

İlkokul 1 veya 2’ye gidiyordum. Babam her zaman ki mide rahatsızlığı için İstanbul’a gitmişti. Eskiden İstanbul’a gitmek öyle kolay olmuyordu. Bir hafta öncesinden hazırlık yapılır. Bir koyun ve kuzu tespit edilir. Ya Akkuş ya Hüseyin Tellioğlu çağırılıp kestirilir ve Ocak başında en az 6-7 saat sırıkla çevrile çevrile kebap edilirdi. İstanbul’a gideceği için etinden yiyemezdik. Ancak şiş dediğimiz sığ kuyruk yağını, birer kaşık tuzlu suyunu ve de sirit yağını banarak yerdik. Kebap ise örme sepete doldurulur ve İstanbul’a doğru yola çıkardı. Babamda İstanbul’a gelmişti. Ne kadar süre geçti bilmiyorum İstanbul’da.

Kirazcık Oruçlardan Koca Selim’in kardeşi Deli Toma lakaplı Memet emmi de İstanbul’a gelmiş ama ya yanlış anladığından veya muziplik olsun diye babama Sancağın kızı Ayfer öldü demiş. Yani annemi..
Babam panikle atladığı gibi gelmiş Taşköprü’ye ama kimseye de soramamış. Bizde Okuldan giderken Göllerin derede Tüfekçi Şakir emminin oğlu Deli Kemal abinin jipi durdu önümüzde. Cipte bir baktık ki babam, babamı görünce biraz çocukluktan birazda sulugözlülükten olsa gerek ben başladım ağlamaya. Benim ağladığımı gören babam zaten diken üstünde eyvah demiş Ayfer gerçektende ölmüş, baksana çocuk nasıl ağlıyor. Tabi babam bizede bir şey söyleyemiyor. Neyse Cipe binip köye gittik, ne tesadüfdür ki her gün hayvana giden ebem değilde annem gitmiş. Kapının önüne varınca babam annemi göremeyince tamam demek ki doğruymuş diye düşünmüş ama gene bir şey diyememiş. Neyse bir kaç saat sonra annem Karanlık dere tarafundan doğru hayvanla gelince babam derin bir nefes almış ve çok rahatlamış.

Buna benzer bir olayda; Rahmetli Cevat emmi İstanbul’a gelmişti. Güngören’de Eyüb’ün kahvesi buluşma noktasıymış. Kahvede herkes Cevat emmiye hoş geldin demiş hanımın dayısı olan Kirazcık Ketenlerden Yağlu Hasan’ın oğlu Şapkalı Necati hoş geldin dememiş. Cevat ağada biraz kurnazlıktan biraz muziplikten birisi ile konuşurken Necati dayının duyacağı şekilde Yağlu Hasan çok hasta öldü ölecek deyivermiş. Necati dayı da bunu duyar duymaz çıkmış yola.. Kış mevsimiydi ve alaca da koyunu dışarıya çıkarmıştık. Baktık bir traktör geliyor. Kel Satı emmiyle tabi biz o zaman tanımıyoruz Necati dayı geldi. Babama durumu sordular. Babamda Ketenler Dereköyden evli olduğundan dolayı ve Kocasüleymen dayıdan dolayı Ketenlerle işli dışlıydı. Yağlu Hasan’ın hasta olmadığını söylesede Necati dayı fazla inanamasa da köye gidince gerçeği öğrenmiş ve Hoş geldin dememenin cezasını Sıla-i rahim yaparak çekivermiş.

Not: Bu hikayelerle eskiye dair hatırları canlandırmak ve de büyüklerimizi, köylerimizi hatırlamak maksadıyla yazıyoruz. Lütfen sizlerde hikayelerinizi yazıp gönderirseniz bizde yayınlarız inşallah.

Selam ve dua

Yorumlar
  1. Köyü Seviyorum dedi ki:

    Vay bee güzel anılarmış ama tüm köye DOPİNG uygulamanız daha başka bir şeymiş 🙂

  2. Gaffaroğlu dedi ki:

    Keşke azcık da şu Hoca köyünden gelen magazin haberlerini yazsaydınız. Merak ettik 🙂
    Kaleminize sağlık Sayın KÖSE.

    1. Fazlı Mercan dedi ki:

      Tebrik ederim çok güzel anlatmışsın Ertuğrul Köse herkese saygılar sevgiler selamlar olsun

  3. Sebahattin Aktaş dedi ki:

    Anılarınızda beni geçmişe götürdünüz. Derin derin düşüncelere daldım. Çok teşekkür ederim.
    Bizim yaşamımızda köyün yolu yoktu. Babanı Ahmet emmi ( Kara Ahmet) Göllerin dereden kağnı araba ile getirdi. Biz o gün Ulupınarda hayvanları otlatıyorduk.
    Patoz , traktör yoktu ve elektrik de yoktu. İnsanlar arasında yardımlaşma vardı ve saygı vardı…

    1. 37 Haber dedi ki:

      Hocam, Çok teşekkürler. Amacımızda geçmişi ve geçmişlerimizi hatırlatmak zaten. Ancak sizde de o eski günlere dair anılar, hikayeler ve anekdotlar var. Sizden de bu yönde yazılar bekliyoruz inşallah. Sağlıklı günler diler Yeni yılınızı tebrik ederim.