Gurbetçinin Güzü – Harman 2 (Yaşanmış Efsane Köy Hikayeleri)
Bu yazıda; Eski köy hayatı içinde geçen olaylar, örf ve adetlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz, harman ve güz zamanı İstanbul’dan köyüne yaz tatiline gelen ve köy işleriyle tanışan bir çocuğun yaşanmış köy hikayesini ele alıyor
Orak nedir? Tırpan nedir? Düven Nedir? Harman Nedir? Manda ne işe yarar? Herkil ne demek? Güz neye denir? Yaba ne demek? Saman Nasıl yapılır? Efsane Köy hikayeleri, Hikaye, Güz dönemi, Tatil
Gurbetçinin Güzü – Harman 1 ‘ okumak için linke tıklayınız
HARMAN-2
Keşke öyle sormasaymışım. Ben tarladan daha kaç traktör ekin çıkar diye sordum. Aslında sormam gereken soru şuymuş. Bu güz kaç gün sürer? Ben tarlada ekin var deyince o gördüğüm tarla sanıyordum. Meğer daha bir sürü tarla varmış. Tarlaların hepsi bizim aileye ait değil. Kimi boz kalmasın diye gurbette olanların, kimi bir çeşit kar ortaklığı şeklinde olan yanlış anlamadıysam yarıcı usulü ile ekiliyormuş. Yani eken tarla sahibine üründen pay veya kira veriyor.
Beni en çok kızdıran konulardan biri de şu oldu. Ne kadar zor ve yorucu olduğunu dile getirdiğimiz her seferinde, babam, emmilerim veya orada bulunan büyükler eski harmanları hikayelerini ve şimdi ne kadar kolay olduğunu üstüne basa basa anlatıyorlar.
Efendim, kömüş yani manda arabalarıyla gün ışımadan Ayangilin yaylaya çıkılırmış. Öyle dik ve uçurum yollardan gelinirmiş ki, arabalar kaymasın diye arkasına çam ağacı bağlanırmış. Ne o birkaç günü, bir iki ay sürermiş. Orakla, tırpanla biçilip, kömüş arabasıyla harmana taşınan ekinler günde bazen sadece bir defa gidilip gelinerek yapılabilirmiş.
Harmanda yatarlarmış ekinlerin içinde. Ekinler yanlışlıkla yer değiştirmesin diye. Rüzgâr sert esiyor ya bizim köyde biraz ondan demek ki. Anlatmışlardı ama unutmuşum bir seferinde o zamanın küçük çocukları, şimdinin amca çocuklarımız bizim ekinleri yakmışlar yanlışlıkla. Kuru ekin durur mu nerdeyse tamamı yanmış. Rahmetli Ahmet Hoca dedemiz jandarmaya demiş ki:
-Şunlara iki tokat atıverin ben kıyamıyorum.
Bütün emek yanmış. Kış zora girmiş ama yufka yüreği el vermemiş iki tokatla bile cezalandırmaya.
Birde anlatmak istediğim bir alet daha var. Düven. Halen köylere gidince bazı samanlıkların veya bahçe çitlerinin bir kenarında boşluk kapatmak için dururken görebileceğiniz bu alet oldukça ilginç ve pratik bir çözüm. Babamın anlattığına göre eski zamanların en eğlenceli harman işiymiş.
Düven şöyle bir karıştan daha geniş iki tahtanın yan yana çakılması ile bir kızak gibi düşünün önü hafif yukarı doğru kalkık. Asıl iş yapan kısım ise taşların kırılması ile keskin taşların kenarlarından tahtaların altına çakılmış olması. Bu taşlar yere serilen ekinler üzerinde giden düvenin üstüne binen kişinin ağırlığıyla ekinleri ezmesi ve kesmesi sonucunda saman ve ekinin ayrılması işlemini yapıyormuş. Genelde bir beygire veya çift öküzlere bağlanıp çektirilirdi diye anlatırlardı.
Biraz düşününce aslında hak verdim. Aynı işi birkaç günde yapabiliyorduk makinelerin sayesinde. Ama bunu kabul etmek hiç işime gelmedi. Emeğim, yorgunluğum boşa gitmesin diye direndim. Kolay mıydı öyle anadutla ekin atmak? Römork, kağnı arabasından yüksekti. Dirgen ile bile atılırdı kağnıya. Hem daha uzun sürüyor römorku doldurmak. Gibisinden bir direniş sergiledim.
Bir konu daha açıldı. Ağustos bozgunu. Harman yerinde ekin beklerken ağustos yağmurları bastırırsa ekinler ıslanır ve hava açınca kuruması beklenirmiş. Sonra alt üst edilir alt kısımları da kurutulurmuş. Yağmur tekrar yağmazsa, ekinler tekrar ıslanmazsa, samanlığa ya da ambara girermiş ekin. Babam halen Ağustosun 15i yaz 15i kış. Oyalanmayın diye sık sık uyarır güz işlerinde.
Bir de herkil vardı yem, buğday, un filan koyarlardı içine. Çardakta dururdu. Sandık gibi düşünün. Bir insan boyunda yüksek, bir insan boyundan uzun. Önünde bir bölüm olurdu. Üzerine oturulabilirdi. Kapaklı ve içinde somun ekmeği filan konurdu.
Bu arada bir şey oldu. İlk güz günü bitti. Yorgunluktan adeta baygın uyuduk. Sabah bir kalktım. Gözler şiş. Nerdeyse önümü göremiyorum. Çalışmam da mümkün değil. Mecbur olduğum için çaya gittim. Oynamak için değil elbet. Ama çayda biraz su araştırması ve incelemesi yaptıktan sonra gözlerimde ki şiş indi. Öğlenden sonra harmana uğrayıp gözler tekrar şişince benim harman tozundan dolayı rahatsızlandığım anlaşıldı. Büyükler sen güz işine karışma dediler.
Çok üzüldüm. Oysa işi öğrenmiştim ve çok faydam olabilirdi. Üzüntüden kendimi yar altındaki veya sarı kayadaki göllere attım. Harmanda güz işi bitene kadar içim kan ağlayarak göllerde yüzdüm. Üzüntümden sabahları yataktan bile zor kalktım. Patates kızartmasından çıkarttım adeta sinirimi.
Son olarak bir de harman da bir alet ile tanıştık. Efendim kendileri yaba imiş. Samanı karmaya veya sepet gibi bir taşıyıcıya doldurmaya yararmış. Onu hiç ellemedim. Şimdi samanı doldurmak için gerekli teknik açıklamaları yapsam anlamazlar. Bari kendimi yormayım diye düşündüm.
Velhasıl bir güz işlerini daha hallettik! Bu işlere katkımın ödüllendirilmemesi sadece geleneklerinde olmamasından dolayı. Biraz önce bahsettim bir şeyler dikkatimi çekmeye başladı diye. Üzerinde düşünecek çok şey vardı aslında. Buldukları çözümler bilimsel açıklamaları olan ama okuyarak bulunmuş, öğrenilmiş şeyler değildi.
Bende bu tatil de şunu öğrendim. Sorun varsa ve hayatınızı devam ettirmeniz gerekiyorsa. Kitap gelecek ya da biri gelecek diye beklemek yerine çözüm üretmelisiniz. İlk seferinde en doğru çözüm olmaz belki ama sonrasında eldeki imkânlarla kitapların söylediğinden bile kolay çözümler bulabilirsiniz. Bakın yazımız da anlattığımız, köylülerimizin bulduğu çözümlere. Hepsi tecrübe ile ama kitaptan değil.
Sadece hayatı okumayı öğrenin. Hele büyükler boşuna ağartmamışlar gerçekten o saçları. Tecrübe çok şey demekmiş. Atasözleri can sıkıntısından uydurulmuş sözler değil. Hayatın tecrübelerinin dilden akan incileriymiş.
Saygılarımla….
Patates kızartmasının suçu neydi be abi…
Çok tatlıydı 🙂
Aslında yöresel olarak söylemek lazım patatesin suçunu.
Çok zelletliydi…