Dini Dünya İle Yarıştırmak ((Doç. Dr. Şemsettin Kırış)
Geçtiğimiz günlerde “gençlik ve dini eğilim” üzerine yapılan anketlerin medyada yer alış biçimi dikkatimi çekti. Bu kabil yayınların umumiyetle gençlerin dinden uzaklaştıkları şeklinde bir algı oluşturmaya matuf olduğunu gözlemledim. “Ebeveynimizden baskı gördüğümüz için dinden soğuyoruz” şeklindeki bir kanaatin gençlerde olduğunu ihsâs ettiriliyor. Bu durum hakikat midir üzerinde durulması gerekiyor.
Öncelikle “baskı görme” ne anlama geliyor, “dinden soğuma” ne anlama geliyor? Bunların üzerinde düşünülmesi gerekiyor. Demokrasi kültürünün sınırsız zevk vaad ettiği yönünde de bir algı, gençlerde izleniyor. Demokrasi kültürü dünyevileşmeye tekabül ediyor. Dünyevileşmenin, modern toplumlarda dinin yerini tuttuğu söylenebilir mi? İnsanların istek ve talepleri üzerinden tüm işlerin görüldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Talep seçenekleri birbiriyle rekabet halindedir. Din de kabul görmek için talep oluşturucu adımlar atmaya mecbur olarak görülüyor.
Ebeveyninden baskı görme ve dinden soğumaya takıldım. Ebeveyn ne demiş olabilir? Namaz kıl, tesettürlü kıyafet giy, kadın erkek karışık eğlence ortamında bulunma, alkol kullanma mı demiş olabilir? Babalar ve anneler bu konularda baskı yapıyorsa yanlış mı yapmış oluyor? Ebeveynin bu kabil yasaklamaları, yürürlükteki yasalara göre helaldir. Dinin helal saydıkları ile yaşadığımız hukuki ve içtimai düzenin helal saydıkları arasındaki farklılığa işaret etmeye çalışıyorum. Bu durumun eğitimde de sonuçları, tezahürleri var. Eğitim sektörü üretim sektöründen çok eğlenme ve tatil sektörüyle bütünleşmiş olduğunu görüyoruz. Mesela üniversitelerde sadece yirmi sekiz hafta eğitim ve öğretim var. Senenin neredeyse yarısı tatilde geçirilmiş oluyor. Uygulamanın bulunmadığı ya da çok az bulunduğu, her dersin teorik olarak verildiği bir eğitim ne doğuruyor? Vize ve final sınavlarının bulunduğu haftada kütüphanelerin dolduğu, diğer haftalarda ise kafelerin dolduğu bir yükseköğrenim gerçeği ile yüzleşmemiz gerekiyor.
Kanaatimize göre gençler her şeyin farkındadır. Annesinin ve babasının alacağı tutumun kendi isteğine göre şekilleneceğinin farkındadır. Tam burada “dinden soğutma” tabiri üzerinde durmak istiyorum. Dinden soğumanın mukabili dine sıcak bakmadır. Dine sıcak bakma, namaz kılmamayı, tesettürlü olmamayı, alkolü, karşı cinsle ölçüsüz ilişkiyi haram kılıyor mu? Dine sıcak bakmak nazari olarak müspet bir cümle gibi gözüküyor. Ancak şunu bilelim ki dine sıcak bakmak pratikte dinin gereklerini yaşamak anlamına gelmiyor. Dine sıcak bakan ve inandığını söyleyen binlerce genç, dinin gereklerine uygun bir hayat yaşamıyor. Dine saygılı olmak ile gereklerini yerine getirmenin farkı ancak uygulama boyutunda belli oluyor. Dolayısıyla evladın anne ve babasına “dinden soğutuyorsun” tehdidi hakikati yansıtan bir temele oturmuyor. Dinin icaplarını yerine getirmeyen ama her daim “ben dine çok saygılıyım” diyen bir evlâdın mütedeyyin anne ve baba yanında ne kıymeti olabilir?
Demokrasi kültürü insana sorumluluktan kaçmayı, baba parası harcamayı, istihdamda devlete yaslanmayı, tatilleri tepe tepe kullanmayı, üretimden kaçmayı vaat ediyor. Vaatler arasında insanın suç ile ilişkisine dair düzenlemeler de var. Cezalandırma biçimi sadece hürriyetin belirli süre ile kısıtlanması olarak tebarüz ettiriliyor. Ortalama mahkeme süreleri beş yılın üzerindedir. Sıkça çıkartılan infaz yasaları ve hürriyetin kısıtlanması şeklinde gerçekleşen cezalandırma biçimi, vicdanlarda masum bir yerde durmuyor. Yeni yapılacak cezaevleri için yatırım bütçesi ihtiyacı her geçen gün artıyor.
Bu hayat tarzı, insanlara devlet tarafından sigortalı olmayı vaat ediyor. Beyaz yakalı olmayı, tarlada, fabrikada acık alanda çalışmamayı, sertifikalı, diplomalı, içtimaî bir mevki sahibi olmayı vaad ediyor. Ama sıcak bir komşuluk vaad etmiyor. Birbiriyle insicam halinde sevinç, kaygı ve üzüntülerin paylaşıldığı bir mahalle hayatı vaad etmiyor. Apartman tarzı evler ülkemize ilk girdiğinde komşuluk büsbütün kaybolmuş değildi. Apartman tarzı oturma biçiminden “insanların birbirine karşı duvar ördüğü “site tarzı evlere geçiş yapıldı, komşuluk büsbütün zayıfladı. Bu konunun mekân tasarımıyla da alakası bulunmaktadır. Demokrasi birbirine asla karışmama, hatta birbirine karşı duvar örerek yaşama biçimidir.
Mütedeyyin kesime “dini cazip hale getirmezseniz gençlerinizi kaybedeceksiniz” mesajı tekrâr ediliyor. Bu da bir telaşa sebep oluyor. Anne ve babaların bu telaşını dikkatle izleyen gençler, rolünü güzel oynuyor, “beni dinden soğutuyorsun” tehdidini artırıyor. Ebeveyn zaten “çocuğumu dinden soğutur muyum” baskısı içindedir. Toplumdaki demokratik dinamiklerin ve yasaların ebeveyn üzerindeki bu baskısının çocuk tarafından fark edilmesi müessif sonuçlar doğuruyor. En üzücü olanı da “çocuğunu dinden soğutma” tehdidinin ebeveynleri çaresizlik koridoruna sürüklemesidir. Çünkü çocuk tarafından iyi değerlendirilen bu baskı, anne ve baba üzerindeki yükü daha da artırıyor. Bugünün gençliğini bir zaman sonra “beni dinden soğutuyorsun” deme potansiyeli bulunan çocukların babaları ve anneleri olarak görmediğimiz sürece konuyu anlayamadan geçip gideceğiz. Genç dediğiniz kimseler insan kaynaklarınızdır. Bugün sizin yaşadıklarınızı onlar yaşayacaklar, öyle görmeniz gerekir. Dünyevileşme, dini sadece terbiye etmiyor. Dindarlığın sürdürülebilirliğini tehdit de ediyor. Dindar kesime dönük olarak gençler elinizden kayıyor, nesli kaybediyorsunuz paniği; meseleyi tam anlamaya odaklı sağlıklı yaklaşımı menfi etkiliyor.
Dini cazip hale getirmezsek gençlerimizi kaybedeceğiz söylemi dünyevileşmenin değirmenine su taşıyor. Bu konuda kopartılan fırtına ve vaveyla da problemi çözmüyor. Dünyevileşme paniği, din eğitimine de şekil veriyor. Her sene olduğu gibi bu sene de yaz aylarında Kur’an ve temel dini bilgiler eğitiminin yer aldığı yaz okulları açılacak. Artık yüzme, bowling ve karting gibi eğlence vaat etmeyen “dînî yaz okulu” düşünmek te hayaldir. Eğlenceli din öğretimi aidiyet oluşturuyor mu sorusu ayrı bir konudur. Eğlenceli din öğretiminde gerçek “bağlanma” eğlenceye yönelik olarak mı dine yönelik olarak mı gerçekleşiyor, bunu da ayrıca ele almak gerekir.
Sonuç itibariyle bu açıdan baktığınızda din, dünyevileşme ile bu şartlar altında rekabet edemeyecektir. O halde ne yapmalıyız? Dini dünyevileşme ile rekabet ettirmekten vaz geçmeliyiz? Dini cazip kılmazsak çocuklarımızı kaybedeceğiz endişesini bırakmalıyız. Çocuklarımızın talim ve terbiyesini, sühuletle ve bir usul dairesinde ele almalıyız. Nesillerimiz için sathî ve sırf taklide dayalı dindarlığa râzı olmamalıyız. Dindarlık Allah ile derin, nitelikli ve dâimî bir yakınlaşmanın ve dostluğun iklimine girmektir. Çocuklarımız bizden daha dindar olsun, dini bir hayat nizamı olarak görsün. Bunun için öncelikle tefekkürü, kendisiyle yüzleşmeyi, hayatı zor ve kolay yönleriyle bir bütün olarak kabul etmeyi öğretelim. Dinin öğretilmesi açısından baktığımızda da iman ve inkârın hayatın bir gerçeği olduğunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. İman ve inkâr yönüyle de hayatın dikensiz gül bahçesi olmadığın öğretmeliyiz. Dindarlık tüm bu gerçeklerle yüzleşerek hayatın akışı içinde tahakkuk eder, bir formüle bağlanamaz.