İslam ve Laiklik !!!… (Laiklik ne demektir?)
LAİKLİK veya laisizm (Fransızca:Laicisme);devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız(!) olmasını savunan prensip…
Terim, sözlük anlamıyla; din adamı sınıfından olmayan şahıs, “dini olmayan şey”, düşünce, sistem ve prensip demektir…
Genel anlamı ile laik olma durumu;din işleriyle dünya işlerini ayıran, dinin dünya, özellikle devlet işlerine karışmasını istemeyen kişi, toplum, devlet…
Hukuki anlamı;somut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması olarak ifade edilebilir…
Felsefi anlamı;iman ve inancın yerine, aklın egemenliğini kabul eden bir inançtır(!)…
Siyasi anlamı;siyasal iktidarın, dinsel kudret ve otoriteden arındırılarak bağımsız hale getirilmesidir…Ya da dinin siyasal erk ve yaptırım gücüne sahip olmamasıdır…
Türkçe’ye Fransızca’dan geçen “laik” sözcüğü, Yunanca “laikos”tan gelmektedir. Halk anlamına gelen “laos”tan türetilmiş ve din adamı olmayanları belirtmek için kullanılmıştır. Aynı zamanda; dini olmayan şey, fikir, kurum anlamına geliyordu. Eski çağlarda bu sözcük “rahipler sınıfı”na mensup olmayan anlamında kullanılıyordu. Hristiyanlıkta da kilise adamlarına “clerici”, bunların dışında kalan halk yığınlarına “laici” deniyordu. Zamanla bu kelime, devlet ile din arasındaki ilişkileri anlatmak için kullanılmaya başlamıştır…
Görüldüğü gibi laiklik TÜRKÇE değildir ve bize ait de değildir…
Tarihi süreçte laiklik;
*Hıristiyanlık, Bizansın resmi dini haline gelip devlet dini haline dönüşünce, Hz. İsa hakkında uydurulan ve tahrif edilmiş İncil’e geçirilen: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını da Tanrıya veriniz” cümlesinde ifadesini bulan anlayış, insanı iki efendili ve iki efendisinin de buyruklarını yerine getirmek zorunda bulunan, efendilerinin buyrukları çatıştığında duruma göre birisini tercih etmek gibi oldukça zor ve hatta riyakarca ya da ciddiyetsizce tutumlara mahkum eden bir hal almıştı. Tevhidden teslise, adaletten zulme dönen Kilisenin tahakküm ve saltanatı giderek güçlenmişti. İşte Kiliseye karşı, Kilisenin zulüm ve zorbalığına karşı ayaklanan insanların tavırları laiklikle izah edilmeye başlandı…
İSLAM ise;
*ALLAH c.c. nun vaaz ettiği dindir ve hiçbir konuda asla şirk-ortak kabul etmeyen DÜNYA ve AHİRET NİZAMIDIR,
*Hayatın “her-bütün” alanını kapsar ve hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Her şey İSLAM’a ihtiyaç duyar,
*Eksiksiz, katışıksız, tam, saf, tertemizdir ve hiçbir şeyle birbirine karışmaz, beşeri felsefelere ve ideolojilere benzemez, alet olmaz-edilemez,
*ALLAH c.c. ya yaklaştıran akla, ilme-bilime, düşünce-tefekküre ve görüşlere büyük değer verir, teşvik eder,
*İSLAM HAKK’tır, İSLAM’ın dışındaki her şey BATIL’dır,
*İSLAM’ın dışında hiçbir HAK ve HAKİKAT kaynağı yoktur,
*ALLAH c.c. ya “tam teslim” olmak demektir…
İSLAM; Dünyevi talebi bulunmayan, yani şeriatini-kanununu hakim kılmak, şeriatine uygun hukuk, iktisat, ahlak, devlet, sosyal hayat, toplumlar arası ya da devletler arası ilişkileri bulunan bir sistemi hakim kılmak gayreti, cehd ve cihadı olmayan bir din değildir…
İSLAM; ALLAH c.c. yu bir-tek tanımaya indirgenmiş ve diğer yönleriyle içi tümüyle boşaltılmış, hristiyanvari bir kimliğe büründürülmüş, dünyayı Sezarlara, tiranlara, tağutlara, laiklere, demokratlara terk etmiş bir din de değildir…
İSLAM; Camileri kiliseye, Diyanet memuru imamları papaza, hayata bakışı hristiyanlığa benzetilen bir din asla değildir…
Böyle bir İslam, ALLAH c.c. nun dini olan İslam değildir. Böyle bir İslam’ın ALLAH c.c. nun Rasulüne s.a.v. gönderdiği ve sahih-doğru olarak bize kadar nakledilerek gelmiş İslam’la ilgisi yoktur…
Çünkü;
*İnsan, ruh ve bedeniyle, düşünce ve duygularıyla, yapıp ettikleriyle, zaaf ve meziyetleriyle, iç dünyası ve bu dünyasının kainat ile olan ilişkileriyle, fert olarak ahlaki, siyasi, fikri ve ameli bütün ilişki ve yaklaşımlarıyla, ruhu ve kalbiyle, aklı ve vicdanıyla bir bütündür. Bu bütünün, hikmeti sonsuz ALLAH c.c. nun takdiri gereği kendi arasında muazzam bir dengesi, bir ahengi vardır… İnsanın ruhunu, kalbini, aklını v.s. parçalayıp, bölemezsiniz…
*ALLAH c.c. her şeyi yaratandır. O, her şeyi bilendir. İnsanı yaratan olduğu gibi, her asırda, nelere muhtaç olduğunu, dünya ve ahirette mutlu olmasının nelere bağlı olduğunu tam ve en kamil anlamıyla “O” bilir. Dolayısıyla O’nun insanların dünya ve ahiret mutluluğunun elde edebilmeleri için teklif ettiği düzen olan İslam’da, dünya ve ahirette her bakımdan huzurlu olabilmeleri için insanların gerek duyabilecekleri her şey vardır…
*Müslümanların ellerinde bulunan Kur’an ve Sünnette geçmişe ve geleceğe dair
her şey yeteri kadarıyla mevcuttur. Kıyamete kadar gelecek bütün insanların ihtiyaçları için de durum, aynen böyledir…
*Kur’an’ın içeriğine bir göz atılacak olursa görülür ki, Kur’an-ı Kerim Müslümanların ibadet ve ahiret hayatıyla ilgilendiği kadar, dünyadaki ilişkileriyle de ilgilenmiştir. Hatta dünyevi ilişki olarak değerlendirilen birçok alana dair açıklamaları, dini ya da uhrevi ya da vicdani olmakla nitelendirilen ilişkilere kıyasla daha geniştir…Mesela;miras hükümlerine, evlenme ve boşanmalara, alışverişe ve diğer akitlere, savaşa, suç ve cezalara dair açıklamalar, söz gelimi namaza ve hacca dair açıklamalara göre daha ayrıntılıdır…
*O yüzden İslam’da “dünya işi ayrı, ahiret işi ayrı” diye bir şey yoktur. Her şey ibadet ve cihaddır… Çünkü Kur’an, bunların hepsinin aynı şekilde ve hepsine ayırım gözetmeksizin Müslümanların aynı önemi vermelerini ve aynı gayreti göstermelerini istemiş ve hepsini birlikte uygulamaya geçirmelerini emretmiştir… Yani, “HAYAT İMAN VE CİHADDIR”…
*Siyaseti ibadet, ibadeti siyaset olan bir dindir İslam. Dini devletten ayırdığınızda devlet dinsiz, devleti dinden ayırdığınızda din, devletsiz ve güçsüz olur. Dinle devlet, etle kemik gibidir. Devlet vücut ise, din de o vücudun canıdır, ruhudur. Bu ikisini birbirinden ayırmak, insanı-insanlığı kaosa sürüklemektir…
*Bir Müslüman, Kur’an’ı bir bütün olarak almak, onun her buyruğunu kabul etmek zorundadır. Kur’an’ın ahirete ilişkin buyruklarını alıp, dünyaya ilişkin buyruklarını hiçe saymak, yani din ile dünya işlerini ayrı tutmak, İslam dininin temel inançlarına aykırıdır…Akla da, mantığa da aykırıdır…Çünkü din(İSLAM)
sadece Ahirete ait olursa, Dünya hayatının amacı-gayesi ne olur…Dünyadaki her insan aynı hayatı yaşamadığına, iyiler ve kötüler olduğuna göre, Ahiretteki durumları nasıl olacaktır…İşte din(İSLAM) dünyadaki durumlarına göre, insanların Ahiretini belirleyecektir… ADİL olan da budur…
*Bir Müslüman, Kur’an’ın buyruklarının kesin doğruluğuna inansın, bu buyrukların hiç bir zaman eskimeyeceğini kabul etsin, ALLAH c.c. kelamı olan Kur’an buyruklarının kullar eliyle değiştirilemeyeceğine kesin inansın, sonra da Kur’an’daki ayetler yerine, İslami hukuk yerine laik hukuk kurallarının konmasını kabul etsin, ki bu mümkün değildir…Çünkü inancına(İSLAM) aykırı davranmış olur…
*Öyleyse, YA ALLAH c.c. YA KULLUK, YA DA TAĞUTA(tuğyana yani, günaha, isyana sevk eden, insanları azdıran kişi, sistem, düzen v.s. her şey) KULLUK… Ortası yok…Hem ona, hem buna, biraz ondan, biraz bundan olmaz…Çünkü, en büyük günah “ŞİRK”tir…
Hem İslam Hukukunu, hem de laik hukuku kabul etmeye imkan yoktur…Çünkü ALLAH c.c. Kur’an’da;
*”Onlar ALLAH c.c. yu bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Halbuki tek bir ilah’tan(ALLAH c.c. dan) başkasına ibadet etmekle emrolunmamışlardı.”(Tevbe, 31) Hz. Peygamber s.a.v. bu ayeti şöyle açıklamıştır;”ALLAH c.c. nun hükümlerine aykırı olarak hahamlarının ve rahiplerinin helalı haram, haramı helal yapmalarına(kanun koymaları-laik hukuk gibi) rağmen onlara tabi olmalarının, bunu kabul etmelerinin onlara ibadet(yani kulluk) etmeleri demektir.”
*”…Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz(dünya işi ayrı, din işi ayrı mı diyorsunuz)? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. ALLAH c.c. sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir”(Bakara-85).
*“Onlar hala cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiye inanan topluluk için hükmü ALLAH c.c. dan daha güzel olan kimdir? “( Maide-50 ).
*”Ey iman edenler, ALLAH c.c. ya, Peygamber’e ve sizden olan ulu’l-emre(sadece İSLAM’a) itaat edin” (Nisa-59)…buyurarak(dünya ve din işini ayrı tutmayı) yasaklamıştır.
Laik hukuka bakıldığında ise; devletin sosyal, iktisadi, siyasal, hukuk düzeninin Dinin(İSLAM) esaslarına aykırı olduğu apaçık görülür…Mesela;
*Laik yargı, “ALLAH c.c. nun indirdiğiyle(İSLAM) değil, aslı İtalya’dan alınan ve bir çok bakımdan Kur’an’a aykırı olan Türk Ceza Kanunu’yla, gene aslı İsviçre’den alınmış olan Medeni Kanun’la hüküm veriyor…
*Faiz İSLAM’a göre şiddetle yasaktır ama laik hukukta yasak değildir…
*Kumar, zina, içki v.s. İSLAM’a göre yasaktır ve cezalandırma sebebidir ama laik hukukta yasak değildir… gibi yüzlerce madde sayılabilir…
Bu ve benzeri sebeblerden dolayı Müslümanlar laik hukukla yönetilemez…İlla yönetilmek isteyenlere ise ALLAH c.c. şu karşılığı vermiştir; ” Sizin dininiz size, benim dinim banadır”(Kafirun-6).
Türkiye’deki laiklik uygulamasına bakalım;
Laiklik bize, 1937’de M. Kemal Atatürk çok hasta ve bir sene sonra vefat edecekken, CHP’nin altı okundan biri olarak anayasaya alelacele ilave edilmiştir… Halka sorulmadan, Meclis’te müzakere edilmeden, tartışılmadan,
tek parti rejiminde yukarıdan gelen emirle tepeden inme olarak dayatılmıştır…
1924 anayasası “Türkiye devletinin dini İslam’dır” ibaresini taşımasına rağmen, laikliğin alt yapısı şu kanunlarla hazırlanmıştır;
*1924 hilafetin ilgası.
*Osmanlı devlet yönetiminde en yüksek dini yetkiye sahip olan ve işlevleri arasında siyasal kararları İslam hukukuna uygunluğunu gözetmek olan şeyhülislamlık makamının 1924’de kaldırılışı…
*1924’te tevhid-i tedrisad kanununun kabul edilmesiyle medreselerin kapatılması, şer’iye ve evkaf bakanlığının kaldırılarak diyanet işleri başkanlığının ihdası…
*1925 ‘te şapka kanunu ve miladi takvimin kabul edilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılarak tüm faaliyetlerinin yasaklanması…
*1926’da İsviçre medeni kanunu ve borçlar kanunu ile İtalya ceza kanununun kabul edilmesi…
*1928’de harf devrimi ve anayasadan “İslam dini” ibaresinin kaldırılarak anayasadaki yemin metinlerinin laikleştirilmesi. Bu nedenle yeminle ilgili maddelere “vallahi” ifadesi yerine “namusum üzerine söz veririm” ibaresi konulması…
*1929’da Alman ceza mahkemeleri usulu kanunu ve isviçre icra iflas kanununun kabulu…
*1930’da imam-hatip okullarının kapatılması…
*1931’de Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuyla Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin (ingilizce ve Fransızca kelimelere laf yok) Türkçe’den ayıklanması sürecinin başlatılması…
*1932’de ezanın ve kametin türkçeleştirilmesi…
*1934’te hafız, ağa, şeyh, molla, efendi, paşa gibi lakap ve unvanlarla beraber bazı kisvelerin-giysilerin yasaklanması…
*1935’te hafta tatilinin Cuma gününden pazara(ve cumartesiye) çevrilmesi…
*1937’de laiklik kavramının anayasa maddesi haline getirilmesi…
Görüldüğü gibi devleti laikleştirmeye ve toplumu dönüştürmeye yönelik düzenlemeler, anayasada laiklik ifadesi yer almadan önce yapılmış, laiklik ifadesi bir sonuç olarak ortaya çıkarılmıştır…
Laiklik Türkiye’de;”dini kişi ve kurumların devletin işleyişine ve devlet kurumlarına müdahale etmemesi, devletin de din işlerine karışmaması” olarak anlatılmasına rağmen, devlet dine(İSLAM)karışmış, hatta din(İSLAM)karşıtlığı olarak uzun zaman böyle uygulanmıştır… Mesela, Müslümanlar 163. madde gerekçe gösterilerek büyük haksızlıklara uğratılmıştır…
Türkiye’de laiklik uygulaması da, “din özgürlüğüne öncelik veren” demokrat Anglo-Sakson modeli laiklik değil, “dinin kontrol ya da baskı altına alınmasını
hedefleyen” Fransız modeli laiklik olmuştur…
Dünyadaki laiklik modellerini inceleyen ve “İslam Topraklarında
Otoriter Laiklikler” isimli kitabıyla tanınan Fransız araştırmacı Pierre Jean
Luizard; “Türk laikliğinin Fransız modeline(bile) değil, Fransa’nın sömürgesi
Cezayir’de uyguladığı sömürge tipi laikliğe benzediğini” ifade etmektedir.
Fransa’nın din ile devleti ayırdığını, Türkiye’nin ise dini kontrol altına aldı-
ğını belirten Fransız akademisyen, Türkiye’nin, Fransa’daki modeli değil,
Paris’in sömürgesi Cezayir’de uyguladığı laiklik modelini aynen aldığını
söylemektedir…
Bu baskıcı laiklik anlayışı yüzünden Türkiye’de hemen her dini konu, rejime yönelik gerçek veya sanal bir tehdit olarak algılanarak, “laiklik ilkesine aykırı” diyerek, din(İSLAM) ve Müslümanlar baskılanmak istenmiştir…
Mesela; laiklik bahane edilerek, Milli Görüş Partileri(MİLLİ NİZAM, MİLLİ SELAMET, REFAH, FAZİLET PARTİLERİ), “laikliğe aykırı fiillerin odağı olmak”
gibi her yere çekilebilecek şekilde, soyut, gerçeklerden uzak nedenlerle kapatılmış, Milli Görüş Lideri Rahmetli Erbakan Hocamız ise, sürgün, hapis ve siyasi yasaklamalarla haksızca cezalandırılmıştır…
Rahmetli Erbakan Hocamızın yıllarca Meclis kürsüsünden, “yahu şu laikliğin Türkçesi nedir, söyleyin de bilelim” çağrısı da hep cevapsız kalmıştır…Çünkü cevap yoktur, çünkü maksat bellidir…Kurdun amacı kuzuyu yemektir…
Batıdaki laiklik ise şöyledir ;
*Laiklik Avrupa’ya özgü olmakla birlikte, Avrupa’da tek bir laiklik uygulaması
yoktur. AB ülkelerinin toplumsal, siyasi, kültürel ve tarihi gelişimlerinin
farklı oluşu nedeniyle laiklik uygulamaları da farklılık göstermektedir…
*Bu bağlamda, din-devlet ilişkilerinin düzenlenmesinde standart bir model
olmamasına karşın, Fransız tarzı jakoben-baskıcı laiklikle, Anglo-Sakson tarzı, yalnızca dünyevi olanla ilgilenen, daha hoşgörülü ve çoğulcu,seküler laiklik
anlayışı iki ana çizgi olarak öne çıkmaktadır…
*2003 yılında Fransa’da laiklik konusunda hazırlanan Stasi Raporu, devlet
ve kiliseler arasındaki ilişkiler bakımından Avrupa Birliği ülkelerinde üç
model “laiklik uygulaması” olduğunu tespit etmiştir…
*Birinci model ülkeler;Fransız yaklaşımına en uzak olan, bir devlet dinini kabul eden İngiltere, Danimarka, Finlandiya ve Yunanistan gibi ülkelerdir…
*İkinci model olan Almanya, Avusturya ve Lüksemburg gibi ülkelerin yer aldığı ülkelerde ise, kilise ve devlet ayrılığı bazı dinlere tanınmış olan resmi bir statüyle birleşmektedir…
*Üçüncü model ise Hollanda, Belçika, İspanya, İrlanda ve Portekiz gibi ülkelerdeki laiklik olup, bu ülkelerde laiklik, kiliseler ve devlet arasındaki basit bir ayırım rejimine tabi tutulmaktadır…
*İngiltere’de laiklik yoktur…Kraliçe aynı zamanda Anglikan kilisesinin de başıdır…İngiltere’de Anglikan kilisesi resmi bir özelliğe sahiptir. Kralın-kraliçe taç giyme töreni bir dini törendir ve kral-kraliçe, Canterbury Başpiskoposunun elinden tacını giyer. Parlamenterler görevlerine dua ile başlar ve Anglikan kilisesi de parlamentoda bir temsilci bulundurur. Kral-kraliçe, aynı zamanda Anglikan Kilisesinin başkanı olup, başbakanın önerisiyle kilise papazlarını tayin eder… İngiltere’de Müslümanlar için “İSLAMİ şeriat mahkemesi” bile vardır…
*Yunanistan’da Ortodoksluk, egemen bir konuma sahiptir ve halkın
%96’sını temsil etmektedir. Yunanistan tarihinde Ortodoks geleneğin
önemli rolü bulunduğundan, Ortodoks kilisesi bütün anayasalarda Yunan
devletinin resmi “egemen” ve “üstün” dini olarak tanınmıştır…
*İtalyan anayasası “din özgürlüğünü” kabul etmekte ancak aynı anayasa “Katolikliği” resmi din olarak tanımakta ve Papa’ya belirli ayrıcalıklar sağlamaktadır. Katolik dinsel inanç ayrıcalıklı bir durumdadır bu sebeple İtalyan siyasal sistemi “yarı laik” bir siyasal sistem olarak kabul edilmektedir…
*ABD’nin laiklik uygulaması ise; orijinal bir devlet ve din ayrılığı ortaya çıkarmıştır. İkisi de bağımsızdır. Bu, başkan ve Kongre üyelerinin göreve başlarken dini yemin etmelerini engellemediği gibi, anayasada “Kongre üyeleri hiçbir dini kurum lehine kanun yapamazlar” hükmü bulunur. Bir yandan en liberal toplumsal ve iktisadi şartlar sağlanır, öte yandan doların üzerinde “In God We Trust(Tanrı’ya inanıyoruz)” yazar. Din ve devlet iki ayrı saygın yapıdır. Resmi işlerde İncil üzerine yemin etmek, “Tanrı Amerika’yı korusun” duası ABD’de dine veya devlete ilişkin bir zaaf oluşturmaz, iki alan birbirine müdahale etmez…
*Gelişmiş ülkelerde sadece (Türkiye), Fransa, İrlanda,Japonya ve Portekiz “anayasalarında” laikliğe yer verilmiştir. Ancak Şintoizm, bugün Japonya’nın “resmi dinidir”… Portekiz’de ise devlet “Hıristiyanlığa bağlı olmak zorundadır”…
Görüldüğü gibi gelişmiş(Batı)ülkelerin her biri, laiklik uygulamasını kendine özgü olarak anlamış ve öyle uygulamaktadır…Tek bir laiklik uygulaması yoktur…Bizdeki uygulama hiç birisinde yoktur…
Batı’da laikliğin uzun, uzun olduğu kadar da kanlı bir tarihi var. Batı toplumlarının, modernliğe geçiş sürecinde sekülerleşmeye-laikliğe ihtiyaçları vardı. Kilise Hıristiyanlığı, insan iradesini yok sayıyor, insanın özgürlüğünü ipotek altına alıyordu.Teorik olarak da Hristiyan inançlarının sadece “vicdani” oluşu, devlete, özel hayata fazla karışmaması, laikliğin batıda kabulünü ve uygulamasını kolaylaştırmıştır…
İsrail ise bir “din” devletidir ve her şey dinidir…(muharref)Tevrata aykırı hiçbir kanun çıkarılamaz…Mesela; bir erkek birçok kadınla evlenebilir….Erkek çocuk varken kız mirasçı olamaz…Bizdeki laikler nedense “din devleti” İsrail’i pek görmek ve göstermek istemezler…Nedense pek de severler…
İsrail, İngiltere, İtalya, Yunanistan devletlerinin dinleri var da bizim devletimiz niçin laik… Bu ülkeler ve tüm emperyalist ülkeler bizde ve öteki Müslüman ülkelerde laikliğin korunmasını niçin çok istiyor ve destekliyorlar…Laiklik çok iyi bir şey ise, bu ülkeler Türkiye’nin iyiliğini-gelişmesini çok istiyorlar(!) demek ki…
Yeter ki İslam’a uygun düzenleme olmasın da neye uygun olursa olsun… Yahudiliğe, hrıstiyanlığa, budizme, hinduizme(ineğe tapanlara…) v.s. her şeye hoşgörü ve serbestlik olsun ama İSLAM’a ve Müslümanlara olmasın…Ki Müslümanlar aralarındaki ayrılığı-fitneyi-fesadı kaldırarak, şuurlanıp, birlik ve beraberliği sağlayamasın…
Şu ayetlerde ALLAH c.c.;
*“Yoksa ALLAH c.c. nun dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı , derhal aralarında hüküm verilirdi .Ve zalimler için şüphesiz can yakıcı bir azap vardır “(Şu’ra-21).
*“ALLAH c.c. ve Rasulu s.a.v. bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim ALLAH c.c. ya ve Rasulune s.a.v. karşı gelirse , apaçık bir sapıklığa düşmüş olur ” (Ahzab-36).
*“And olsun ,size öyle bir KİTAB indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hala akıllanmayacak mısınız?”(Enbiya-10).
*”Her kim ALLAH c.c. nun indirdiğiyle hükmetmezse onlar kafirlerdir”(Maide-44) buyurarak apaçık ortaya koymaktadır ki Müminler, bir harfini ve hiç bir şeyini gizlemeden, hiç bir şeyini değiştirmeden ALLAH c.c. nun indirdiklerine tabi olanlar ve onunla hükmedenlerdir… ALLAH c.c. nun indirdiklerine tabi olmayıp hükmetmeyenler ise Kur’an’da; kafirler, zalimler ve fasıklar olarak nitelendirilmiştir…
ALLAH c.c., dini(İSLAM) insanlar korunsun ve doğru yolu bulsunlar diye gönderdi, yoksa dini bir kenara bırakıp “sözde” korusunlar diye değil. Eğer dine uyulmayacaksa, neden indirilsin-gönderilsin…
Düşüncelerini, düzenlerini ,yaşam biçimlerini, yasalarını-kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini yalnız ALLAH c.c. dan alan bir insan ancak özgürlüğe kavuşup, kula kulluktan kurtulur… İslam nizamında bütün insanlar eşit konumundadır…Üstünlük ancak TAKVADADIR(ALLAH c.c. ya kulluk derecesinde)…
Laik hukukta ise insanlar, ALLAH c.c. nun değil de bazı insanların yaptıkları kanun , kural ve ilkeleri ,onların oluşturdukları meşru, gayrimeşru ölçüleri benimser, onlara tabi olurlar. Bu ise, ALLAH c.c. dan başka bu ölçüleri, kanunları koyanları “İlah ve Rabb” edinmek sonucunu doğurur…İnsanların koyduğu kanunlar zamana ve zemine göre sürekli değişir ama ALLAH c.c. nun koyduğu kanun(KUR’AN-SÜNNETULLAH) değişmez ve kıyamete kadar baki kalır…
Netice itibariyle;
*Laiklik denilen şey şudur ki; uzun tarihi süreç ve her türlü olumsuz gelişmenin sonucu olarak, insanın hayatın her alanında ve tüm ilişkilerinde dini dışlamayı ve “dini yalnızca vicdana hapsederek, o çerçeve içerisinde kalması” şartıyla güya dine “saygılı” olduğunu ifade etmek ikiyüzlülüğünü gösterir hale gelmiştir… Hem dini dışla, hiçbir şeye karıştırma, sonra da dine “saygılı” olduğunu söyle…Hiçbir şeye karışmayan din yok hükmündedir…Olmayan şeye saygının
nasıl olduğunu ise ancak laikler bilir herhalde…
*Laiklik, dışardan ve tepeden dayatıldı bu millete.Laikliğin gerekçesi şuydu; “bu toplum geri kaldı. İslam, bizi geri bıraktırdı. Dolayısıyla Türkiye çağdaşlaşmalıydı. Çağdaşlaşmanın tek yolu, laikleşmekti.” Bu gerekçe, bizim zihnimizle de, tarihi gerçeklerle de uyuşmayan, hatta alay eden bir gerekçeydi.Oysa bir toplum, kendini inkar ederek yeni bir atılım gerçekleştiremezdi…Ne yazık ki öyle de oldu…”Ne kuş, ne deve” misali, 80 yılda geldiğimiz durum ortada…
*Dine dogma(değiştirilmesi neredeyse imkansız olan düşünce, sav) diyenler, bu ülkede laikliği dogma haline getirerek, aklımızla da alay ettiler… Düşünsenize laiklik, “değiştirilmesi bile teklif edilemez” bir madde olarak yer alıyor bu ülkenin anayasasında… Anayasasında laiklik yazmayan gelişmiş ülkelerden daha akıllıyız(!) demek ki…
*Şunu asla unutmamamlıyız ki; Bu Millet, tam 6 asır, 72 millete, dine, ırka mensup toplumu bir arada yaşama tecrübesi üretebilmiş tek millettir. Bunu da laiklik üzerinden değil, İSLAM ile başarabilmiştir… Biz 1000 yıl İSLAM KANUNU ile yönetildik-yönettik…Demek ki, laik yönetime mecbur değiliz…
*Türkiye’de uygulanan laiklik ile asıl hedeflenen “sekülerizm-dünyevileşme” idi. Yoksa devlet asla laik de olmadı. Şu anda dünyevileşme, maddileşme, hatta daha ilerisi olan “dünyaperestlik” laikliğe bile ihtiyaç duyulmayacak bir hızla bütün alanları kapsayacak bir şekil almış durumda maalesef… Zaten asıl amaç da buydu…Yani din(İSLAM)den uzaklaşma…
*İnsanın ALLAH c.c. dan müstağni olması, yani O’na şu ya da bu şekilde muhtaç olmadığının iddiası diye de ifade edilebilecek olan laiklik, her bakımdan bir çıkmazdır, her yönüyle bir tutarsızlıklar yığınıdır…
*İslam’da “laiklik düşüncesi, kavramı ve uygulaması” yoktur. Çünkü Batı’da bu düşünce ve hareketin doğmasına sebep kilise ve din adamlarıdır (ruhbanlar).
İslam’da ise din adamları sınıfı mevcut değildir. Her Müslüman, din ve ALLAH c.c. ile ilişki bakımından eşit imkan ve seviyeye sahip bulunmaktadır. Müslümanın ibadet etmek, tevbe etmek (günahdan arınmak), hasılı dini hayatını yaşamak için din adamı vb. gibi bir aracıya ihtiyacı yoktur…
*İslam’da laiklik uygulaması da yoktur. Çünkü teorik olarak din ile devleti ve toplumu birbirinden ayırmak, birbirinin müdahalesi dışında tutmak mümkün olmadığı gibi, uygulamada da dini temsil eden kilise gibi bir kurumun devlete karşı yetki mücadelesine giriştiği olmamıştır…Mesela bir cami cemaati ve hatta şeyhülislamlar devlet yetkisine talip olmamışlardır…
*İslam’da devletin başkanı aynı zamanda cuma ve cemaat imamıdır; hem din, hem de devleti korumakla yükümlüdür. Devlet din için, toplum için vardır, bunlara hizmet için öngörülmüştür, bunlar arasında çatışma düşünülemez. İslam’da siyasi, hukuki ve sosyal düzenleri dinin dışına çıkarmak ve etkisinden uzak tutmak da mümkün değildir, uygulama da buna göre olmuştur…
*Dinin-itikadın korunması için cihad, hayatın korunması için kısas, aklın korunması için içki v.b. yasağı, neslin-iffetin-ailenin korunması için evlilik meşru kılınmış, zina, zina iftirası, lutilik, kürtaj yasaklanmış, malın korunması için de hırsızlık, faiz, yağma, haksız kazanç, ihtikar-karaborsa ile ticarette her türlü hileler yasaklanmıştır…Batılı birçok ülkede aynı cinsten olanlar artık “evlenebiliyorlar”, bu ise İSLAM’a göre büyük bir suçtur…Laik hukuka göre yasaldır…
*İslam hukukunda Müslüman erkek ehl-i kitap(yahudi-hrıstiyan) kadınla evlenebilir. Ama Müslüman kadın müslüman olmayan erkekle evlenemez. Laik hukukta bu mümkündür…
*Laik devlet tüm inançlara aynı mesafedeyse niçin ülkemizdeki Hıristiyanlar kilisede, Yahudilerde havrada (sinagogda) evlenebiliyorlar da, nüfusun %99 olan Müslümanlar kendi dinlerine göre evlenme hakkı verilmiyor… Hani laiklik din ve vicdan özgürlüğünün güvencesiydi…Hem (dini)Osmanlı devletinin, hem de (laik)Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkemizdeki gayri müslüm vatandaşlara tanıdığı din ve vicdan hürriyeti Müslümanlardan niçin esirgenir…
*Gayrimüslimlere hukuki ve kazai muhtariyet(nikah, boşanma, miras, vakıf, dinlerini öğrenme, öğretme, eğitim hürriyeti) verilmiştir de, kilisede, havrada geçerli olan neden Camide geçersiz oluyor…
*Cumartesi ve Pazar niçin resmi tatil…Cumartesi Yahudilerin, Pazar da Hristiyanların kutsal-ibadet günleri değil mi… Bizde ise (kutsal)Cuma namazı sorunu yaşanabiliyor…
*Demek ki laiklik, yalnızca İslam’a ve Müslümanlara karşı üretilmiş, dayatılmış bir silah, bir araç…Laik devlet, tüm dinlere karşı eşit mesafede duran devletti hani… Laik devlet din ve vicdan özgürlüğünün gereği ve güvencesiydi…
*Laiklik Hıristiyanları özgürleştirirken, biz Müslümanları esir aldı… Neden mi… Çünkü Hrıstiyanlık bozulmuş ve kilisenin zulüm aracı olmuştu…İslam ise bozulmamıştı ve dünya ile ahireti ayırmıyordu…Laiklikle bu ayrımı yaparak dine(İSLAM) en büyük darbeyi vurdular…Müslümanların kafasını karıştırıp bölerek, birbirlerine düşürdüler…Ve kaos oluştu, kolay lokma haline gelindi…
*Bizi laiklik sopasıyla terbiye(!) etmek istiyorlar…Kimler mi…Kriptolar, dönmeler, devşirmeler, İslam düşmanları… Kendisi de bir sabetayist-dönme olan ve “Evet, Ben Selanikliyim” kitabıyla tanınan Ilgaz Zorlu; “Sabetaycıların Türkiye’de laikliği bir ‘din’ haline getirdiğini”kendisiyle yapılan bir röportajda(Nisan-2000) söylemiştir…
*Ve bize bu laikliği hediye edenler de dünyanın en katı teokratik-din devleti olan İsrail’in “büyük İsrail” projesine çalışanlar değil mi…”DİN DEVLETİ” İsrail’e tek söz etmeyenler-edemeyenler, Laiklik dinimizi, ümmetimizi, devletimizi parçalayan bir araç olduğu halde, dini nikahın bile bölücülüğe ve laikliğe aykırı olduğunu iddia edilebiliyorlar…
Son söz;
*İslam’da laiklik yoktur, hem laik hem Müslüman olunmaz. Laiklik devletin özelliğidir, insan laik olamaz, devlet laik olabilir…
*İslam’a göre insanda irade hürriyeti vardır. Mükellefiyet, cennet, cehennem ve imtihan hep bu irade hürriyetine bağlıdır. Fakat, yasama, irşad etme, kaideleri geçerli hale getirme açısından dinin karışmadığı-müdahil olmadığı hiçbir alan yoktur…
*İslam ile laikliğin uzlaşan, paralel olan yönleri yoktur. Bunların yan yana gelmesi mümkün değildir…
*Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Tarihin İzinde” isimli kitabının “Yahudilikte ve Müslümanlıkta Laiklik Reçetesi Olmaz” bölümünün 193. sayfasında şöyle yazıyor;“Din ile devletin ayrılması Yahudilik ve Müslümanlıkta imkansızdır. Çünkü her iki din, insanların yirmi dört saatini ayarlar. Sadece devletle olan ilişkilerini değil, özel hayatlarını, nasıl yiyip içeceklerini, nasıl temizleneceklerini, karı-koca arasındaki ilişkiyi ve tabii ki devletle olan ilişkiyi belirler.”
İlber Ortaylı, İslam’ın özel hayatı düzenlediği gibi kamusal hayatı da düzenlediğini, aynı eserinde; “Müslümanlık ve Yahudilikte vahiy kamusal ve özel hayatı düzenler, bu nedenle devletle dinin ayrılışının(laikliğin) teorik reçeteleri yoktur” şeklinde belirtmektedir(Acaba laikler-kemalistler, Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya da “yobaz, kara cahil” derler mi…).
*ALLAH c.c. ya kulluğumuzla devlete vatandaşlığımız çatıştığı, çeliştiği zaman ne olacak…Bir tarafta ALLAH c.c. nun emri-iradesi-rızası, öbür tarafta da laik devletin iradesi (insan iradesi)… ALLAH c.c. ya kulluk veya kullarına kulluk tercihi…ALLAH c.c. nun nizamı mı üstündür, yoksa kullarının ki mi diye sorulmaz…. Elbette bir Müslüman için tek hak, doğru ve geçerli olan ALLAH c.c.nun dinini(İSLAM ) tercih mecburidir-zaruridir…
*ALLAH c.c. tüm yüce isim ve sıfatların sahibi, eksik ve noksanlıklardan münezzeh bir Melik, bir Rab, bir İlah’tır. Kulları üzerinde hükmetmek emir ve yasak, helal-haram koyma hak ve yetkisi sadece O’nundur…
*Nasıl ki Zatında eşi, benzeri, yardımcısı, dengi v.s. yoksa, bunun gibi isimlerinde, sıfatlarında, hükümlerinde de öylece eşsiz, benzersiz, yüce ve üstündür…
*Ve ALLAH c.c. her şeyi yaratan, ayakta tutan, yöneten, her an her şeye hükmedendir. En yüce sözler, hükümler O’nundur. O hakimler hakimidir. En güzel hükmedendir… Ve O’nun indirdiği İSLAM;en büyük nimet, nizam olarak, mükemmel bir şekilde tamamlanıp bize gönderilmiştir… “İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İSLAM’ı beğendim”(Maide-3)buyurmuştur.
ALLAH c.c. KUR’AN-I KERİM’de ;
“Onlar, ALLAH c.c. nun nurunu ağızlarıyla(kurdukları düzenleriyle, sistemleriyle) üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kafirlerin hoşuna gitmese de, ALLAH c.c. nurunu tamamlayacaktır”(Saff-8).
“HAKKI-İSLAMI batılla(laiklikle v.s.) karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin(Bakara-42)” buyurarak, bizi kesin-kat’i bir şekilde, İSLAM’ın dışındaki batıl olan düşünceleri-felsefeleri-sistemleri İSLAM’a bulaştırmamamız-karıştırmamamız konusunda uyarmıştır, inzar etmiştir…
Kaynak: Yazar İrfan Yıldız
Fotoğraf: İktisat dergisi