Kastamonu Taşköprü Çiftlik Pazar Yeri
Bir pazar sabahı erken vakit, sürekli olarak tekrar eden ama gittikçe yaklaşan bir ses işittim. Tık tıkıdı tık tıkıdı tıkkıdı tık tıkıdı… Ne oluyor diye baktım, eski büyük evin camından. Atlara binmiş başlarında kasketli ve değişik pantolonlar giymiş bir grup adam. Babamlara doğru bakmadan sordum “baba bunlar ne” odadakilerden hangisi cevap verdi bilmiyorum ama halen kulaklarımda gelen cevap. “ Kirez dağlılar pazara gidiyor”.
PAZAR YERİ
Vala pantolmuş değişik gelen pantolonlarının ismi. Paçaları düğmeli. Dizden üst kısmı daha genişti paçalarından. İklim şartları ve dayanıklılık nedeniyle sanırım oldukça kalın bir kumaştan.
Pazarı biliyorum İstanbul’dan. Gürültü, kalabalık ve keşmekeş bir yer. Sevmem. Bu “atların arkasındaki şeyler ne? Ponpon takmışlar” diye devam ettim soruma. Heybeymiş adı. Renkli ve atın iki tarafında uzanmış, ilginç desenli renkli torbalar. Hoşuma gitti. Meğer burada alınan malzemeler, eşyalar bu heybelerle taşınıyormuş. Pazar fikri ilgimi çekmedi İstanbul’dan kalan bilgilerimden dolayı ama atlar ve binicileri ilgimi çekmişti.
Daha sonrasında ki bir Pazar günü yaklaşırken evin diğer çocuklarında bir heyecan başlamıştı. Merak ettim.
-Neden böyle heyecanlısınız?
-Yarın Pazar. Biz de pazara gideceğiz.
-Nerede bu Pazar?
-Hanönü’nde, Pazaryerinde.
-Uzak mı? Nasıl gideceksiniz?
-Traktörle. Olmazsa yürüyerek de gidilir.
Hay Allah, şimdi bende heyecanlandım. Bu Pazar yeri farklıymış bizim İstanbul pazarlarından. Çok farklı şeyler anlatıyorlar. Beni de cezbetmeye başladı. Bir heyecan fırtınası yaklaşıyor. Acaba traktörle nasıl gideceğiz ki? Sığmayız. Beni de götürüler mi? Götürürler muhakkak. Ne de olsa payitahttan gelmişiz! O kadar torpil olsun.
Pazar günü gelip çattı. Atlılar grup grup geçtiler. Biz daha uygar bir vasıta ile pazara gideceğiz. Çünkü köyümüz “Kirez dağlılara” göre oldukça yakın pazaryerine, o kadar erken gitmemize gerek yok. Traktörün arkasına takılmış “Tekne” ile. Özenle yapılmış çay yolundan bol taşlı, bol savrulmalı yolculuk başladı. Kah su atan tekerler, kah toprak ve toz savuruyor yol aldıkça. Merak etmeyin. Ben özel bölümdeyim tekerleğin çamurluğunun üstünde kurulmuş durumdayım. Aslında bu torpilden öte, teknede tutunamaz düşer diye de olabilir ama bence misafirliğin verdiği özel konum.
Traktörde güçlü, amcam gaza bastıkça kükrüyor. Az mı 5000’lik Fort bu, çok güçlü. Ben bile gururlanıyorum sesi duydukça. Şu egzoz dumanı da gelmese bana iyiydi ama neyse. Böbrek taşlarına şifalı, bol bol hoplamalı bir yolculuktan sonra. Pazarın kurulduğu köye geldik.
Çiftlik isimli köyden inen kişiler kurmuş diye anlatırlardı burayı. Hanönü derlerdi diğer ismine. Hafızam beni yanıltmıyorsa bir han varmış çok eskiden yolcular için. Adı oradan kalmış. Belki de benim hayallerimin, kendi uydurduğum masalların aklımda kalış şekli budur.
Rahmetli Şahan (Şahin ÇETİN) dedemin köyü burası, hatta atların bazıları onun samanlığında ve evinin etrafında bağlanmış bekliyor. Meğer erken yola çıkmaları gerektiği için bu abiler bir “Tuz-ekmek dostuna” uğrar, dinlenir ve atlarını emanet ederlermiş. Sonra Pazar işlerini görüp, tekrar yola çıkarlarmış.
Pazarı gezdik akranlarla. Pazar aslında çok da ilginç değildi. Şimdi yolunuz düşerse görebileceğiniz pazarcılar için yapılmış tezgâhlar filan yok o zamanlar tabii. Evet, bazı değişik malzemeler vardı. Olta iğnesi, misina, tarım işlerinde kullanılan aletler, at gibi binek hayvanlarına ait bazı eşyalar. Normal olarak İstanbul’daki pazarımızda bunlar yoktu. Biraz iptidai kesilen ve hemen satılan koyunlar da farklı bir hava katıyordu. Asıl ilginç olan çok kalabalık bir ortam oluşmuştu. Lokantalar vardı. Bakkallar, manav, hele kahvehaneler doluydu, hem de çok doluydular.
Otobüsler vardı İstanbul’a giden iki ayrı firmanın üstelik. Hafta da iki gün, dört otobüs doluyormuş pazaryerinden. Firmaların isimlerini hatırlayamıyorum. Bizde İstanbul’a geri dönüşte Çiftlikten binmiş otobüse ve çok dönemeçli bir yoldan ama daha kısa zamanda gelmiştik İstanbul’a. Lokanta dediğimde yabana atmayın bir defa ben ciğer sote yedim. Rahmetli Murat dayımın oğlu Turan abi yapmıştı servisi. Onların halen geleni vakarla karşılayan evlerinin yanında ki, şimdi yıkık dökük dükkânlardan biriydi. Bildiğimiz şehir usulü lokanta yani. Belki yanılıyorum ama kebap da vardı sanki. Sırık kebabı.
Tarifsiz bir curcuna var otobüslerin orada. Sayısız çuvalla kumpiri, ahlat otobüsün altındaki kısma doldurulmaya çalışılırken, muavin baş edemediği durumlarda firma yetkilisine veya şoför olan kişiye sesleniyor. Sarımsak yok bölgede yetişmediğinden değil sanırım zahmeti çok olduğundan. Bol bol ahlat, kumpiri, un vesaire malzemeler. Herkes kışlık erzak telaşesinde. Otobüsçüler ise hak ve adil bir bagaj yükleme derdinde. Aramızda kalsın aslında fazla yük fazla yakıt demek. Yolcu ve muavinler arasında uzayıp giden tartışmalar. Sonuçta en fazla bir sonraki seferin otobüsüne bırakılan bir kaç çuvalla çözülürdü.
Bizim ise keyif yerinde. Bardakla çekirdek de alıyoruz, akide şekeri ve kremalı püsküt. Bakkala gitmeyi yeni keşfedercesine hatırladığım 5-6 bakkalı sırayla ziyaret ediyoruz. Kahvehaneler inanılmaz hareketli. Rahmetli Şakir amcanın silah dükkânı, karşı tepedeki karakoldan gelip devriye gezen jandarmalar, at sırtında dağ köylerinden gelen misafirler adeta bir festival gibi ortalık.
Sonraki yıllarda da gittim pazaryerine. Maalesef biz büyüdükçe küçüldü pazaryeri. Her yıl daha azaldı pazarcılar da, misafirler de. Vala pontullu biniciler de, onların güzel heybeli atları da. Bir seferinde askerlik işlemleri için gitmiştim. Şubat ayı, soğuk ve yağışlıdır malum. Köye çıkabilmek için gece yarısına kadar pazaryerinde ki kahvehanede bekledik. Yol ve işlemlerin yorgunluğuyla beklemekten sıkılıp “ne bekliyoruz” diye sorduğumda cevap: “Yolun donmasını” olmuştu. Tekrar sorunca anlattılar ki, yol çok çamurdu. Gece ayazında donacaktı ki araba yolda batmadan ve şoförün dikkatiyle ustalığıyla önceki izlere göre ayarlanarak köye çıkılabilsin. Unutmadan hayatımda ilk defa akü ile çalışan televizyonu bu pazaryerindeki kahvede görmüştüm.
En son geçen yaz gittim köye. Pazaryerinden geçerken kornaya basıp selam verecek kimseye dahi denk gelmedim. Lokantaları görmekten vazgeçtim. Bir bakkal veya manav da kalmamış. Okul sadece bina olarak kabul edilirse o var ama kapısı uzun yıllardır kilitli.
Biraz haylaz bir çocuk olan oğlum Ömer Faruk Beyin sayesinde her sene yeni gelen, giden kadroları teftiş edip gelmişken de burktuğu, kestiği yerlerini pansuman yaptırdığımız sağlık ocağı da bize küsmüş gibi. Kenarda ve sessizce kaderine razı. Köy-kent projesinden kalmış çocukların olmadığı bir park. Asil duruşunu bozmayan eski günlerine hasret kooperatif binası. Artık kimsenin hatırlamadığı Ptt şubesi. Adeta son defa bakarcasına uğurladı bizi gurbete. Gönlümüzü alıp gözyaşları ve buruk kalbimiz de kalan hatıralarla uğurladı.
Google haritalarda köyüme baktığım bir gün merak edip pazaryerine de baktım. Adı bile geçmiyordu. İstanbul’da sorsanız bölgenin insanına Çiftlik’liyiz der, tüm civar köylüler. Haritada bile geçmeyen köy; Çiftlik/ Pazaryeri.
Hoşça kal pazaryeri, her sene biraz daha yok olarak. Her sene damla, damla azalarak…
Not: Varsa hatırlayan dostlar yazıversinler benim unuttuğum kısımları yorumlara. Muhabbet ve saygılarımla.
Kaynak: Resimler Fatih DAVULCU youtube kanalından “TAŞKÖPRÜ. ÇİFTLİK HOCA KÖYÜ BELGESEL TADINDA BİR VLOG” videosundan alınmıştır. https://www.youtube.com/watch?v=xyYbRfL4pyM
Bakkalli, otobüslerin Çiftliğe kadar indiği, sağlık ocağının, okulun kendi haline birakilmadigi dönemleri bilenler için, Çiftlik şuan hüzün kokulu. Belki son dönemlerini gördum Çiftliğin o hallerinin ama hatırımda. Ve aynen her gurbete dönüşte hüzünle bakıyorum etrafa… Kalemine sağlık… Devamı gelmesi dileğiyle.
Ramazan akdas kocanlı koyunden ilk okulu orda bitirdim hatiralarimiz var unutulmaz
Paylaşın lütfen anılarınızdan bir kaç parça.
Böyle yazılar unuttuklarımızı hatırlatıyor, içimizi ıstıyor. Devamını bekliyoruz.
Teşekkür ederim yorumunuz için. Dokunabildiyse yüreğinize ne mutlu bize..
Yüreği ne sağlık kardeş kaleminden dökülen her kelime beni çocukluğuma götürdü.her hafta o pazara gidebilmek için evden biri mali salıp ğütmeye gidene kadar hasta olur yataktann çıkmazdık.hayvsnlarin gitmesiyle akşamdan utulensin diye yatak altına koyduğumuz pantolonu giyip üstüne de hızlıca bir şey uydurup canik lastikleride giydimmi koşarak giderdik pazara.bir yanda meyve sebze getiren esnafın bağırmaları bir yanda hayvan pazarında kızışmış pazarlıklar. Telli köyünden rahmetli ķörüş emminin cakmaklara gaz diye bağırışı hala kulaklarımda.mantar satarak yaptığımız harcliklarla aldığımız çata patlar mantar tabancası başlıca eğlencelerimizdendi. Yazılcak anlatilcak çok anı var
Bu güzel ve duygusal hatıralar için teşekkür ederiz. Ben bir yıl Kuran Kursunda yatılı okumuştum. Dedenin ekmeğini de yemişliğimşz vardı. Tüfekçi Şakir emmi, Bakkal Hasip, Bakkal Nasıp, Manav Hasip, Fotörlü nefis şapkası ile Murat emmi, Muhtar Şaban, daha kimler kimler… Otobüs firmalarında Hasan Çatal’ın Taşköprü Güven ve Ürüfet diye hatırladığım Ünal Turizm vardı ve rekabet ederlerdi. Bir pazar günü 4 otobüs dolduğunu hatırlıyorum. 2 otobüste Çarşamba günleri gelir galinse pazarına giderdi. Çiftlik Pazar yeri ile ilgili bir yazı yazmıştım, onu da ileride yayınlamak istiyorum. Ancak Hanönü ismini ben ya duymadım ya hatırlamıyorum nedense… Şimdi Çiftlik Pazaryerinden geçerken içimiz cızzz ediyor. Ne yapıp edip orayı canlandırmamız gerekiyor. Orman varken 50 kişilik bir istihdam olsa oralar canlanırdı bir şekilde… Bunun için elbirliğiyle bir proje yapmalıyız veya sunmalıyız. Tekrar teşekkürler.
Ertuğrul Bey teşekkür ederim. Rahmetli dedemin sofrası da eli de bol idi. Hatırlamama kısmı da muhtemelen yaşın ilerlemesinden dolayı hatırlayamıyor olabilirsiniz. 🙂 Şahsınız ve muhatabınız tüzel kişilikler tarafından kabul edilmemiş projelerin lideri olarak proje fikrinize varım.
Ertuğrul Bey,
Hanönü ismini hiç duymadım demiştiniz. Siz ve diğer duymayan hemşehrilerimiz için hiç bir masraftan kaçınmayarak bir saha araştırması yaptım.
Hanın Satı isimli rahmetli amcamızı duymuş hatta tanımışsınızdır. Yakın zamanda rahmetli oldu sayılır. Satı emminin dedesi olan Ömer dedenin (Kütüş) pazaryerinde bir yolcu hanı varmış. Benim dedem Olan Şahin Çetin’in Osman- Karacaba lakaplı dedesinin kardeşi oluyor Ömer dede.
Öğrendiğim kadarı ile zaten bu pazaryerinin kuruluşu Çiftlik köyünden gelen bu sülalenin buraya yerleşip iş ve ikamet etmesiyle köy haline geliyor. Zamanla yeni gelenler, satılan araziler yoluyla yerleşim canlanıyor. Saygılarımla.
Bu tarihi ve güzel bilgiler için teşekkürü borç bilirim. Allah razı olsun. Yazılarına çok ara vermemeni istirham ediyoruz.