Nasıl Doğru Düşünebiliriz (Doğru Düşünmeyi Neler Engeller?)
İnsan düşünen bir mahlûktur. Doğru düşünce melekemizi bozan, yanlış düşüncelere sevkeden bazı unsurlar vardır. Bu unsurlar doğru düşünmemizi, ya da aklımızın fonksiyonunu icra etmemizi engeller.
DOĞRU DÜŞÜNMEYİ ENGELLEYEN ETKENLER NELERDİR?
Rabbimiz Teala Kur’an-ı Kerim’inde bir çok ayette düşünmeyi emrediyor. Bu konudaki ayetlerin bazıları şöyledir:
Aklımızı kullanmamız, doğru karar verebilmemiz ise çok önemlidir. Doğrunun, güzelin, faydalının, adil olanın tercih edilebilmesi, isabetli karar verilebilmesi de doğru düşünebilmekle mümkündür.
“…O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.” (Bakara 221).
“Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp (düşünüp) hemen gerçeği görürler.” (Araf 201).
“Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaç fazlasını” de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.” (Bakara 219).
Doğru düşünce melekemizi engelleyen unsurlar sadece içki ve uyuşturucu değildir elbette. Doğru düşüncemizi engelleyen bazı unsurlar şunlardır:
1- ÖNYARGI.
Önyargı, hiçbir araştırmaya, bilgiye, gerek duymadan önceden ve hemen verilen kesin hüküm demektir. Halk dilinde peşin hüküm de denilir.
Önyargısı olan biri, okumaya, araştırmaya, sormaya, dinlemeye gerek duymaz. Onun o konuda kararı bellidir. Önyargıyı ortadan kaldırmak o kadar zordur ki, hani atalarımız der ya;
-Sana laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.
İşte aynen öyle.
Einstein de önyargıdan korkmuş ve:
“Önyargıyı ortadan kaldırmak, atomu parçalamaktan daha zordur.”
Her şey onların bildikleri, düşündükleri gibidir. Aksini düşünmek, söylemek imkansızdır. Önyargılı insanlar araştırmaya, gelişime ve değilime kapalıdırlar. Kendi düşüncelerinin aksi ispatlansa bile asla itibar etmezler, başka görüş ve düşüncelere de tahammülleri yoktur.
Önyargı giderilmeden, peşin hükümden vazgeçmeden doğru düşünceye ulaşmanın imkanı yoktur.
2-İDEOLOJİK SAPLANTILAR.
Her insanı ve her olayı kendi ideolojik görüşlerine göre değerlendirenler doğru düşünceye ulaşamazlar. Çünkü onların bütün amaçları kendi ideolojilerinin üstün gelmesidir. Bu saplantı onların doğru düşünce yapılarına mani oluyor.
Böyle kimselerin aykırı fikir ve görüşlere asla tahammülleri yoktur. Yalnızca kendi düşünce ve fikirlerine itibar ederler. Tek doğru kendi düşünceleri, tek haklı kendi tarafları, tek doğru yol kendi içerisinde bulundukları ideoloji ve siyasi partileridir. Olaylara hep at gözlüğü ile bakarlar ve yegane ideol ve saplantılarından vazgeçmezler.
Saplantılı ve ideolojik düşündükleri için, farklı fikir ve düşüncelere kapalı olduklarından, düşünce melekeleri dumura uğruyor ve doğru düşünmeleri mümkün olmuyor.
3-HIRS.
Hırs, aşırı ve çok sivriltilmiş duygu ve düşüncelerdir. Belli bir amaç ve gaye hedeflendiğinde, zaptedilmez bir arzu ve istek oluştuğunda bu hırs olur. Hedefine hırsla kilitlenen birinin gözü başka bir şey görmez olur. Bir şeye hırsla girişen bir kişi aklını kullanamaz hale gelir.
Hırsla kalkan, zararla oturur. Halbuki doğru düşünce insanı kârlı ve kazançlı yapar. Daha çok kazanayım, sadece ben başarılı olayım, en önde ben olmalıyım diye hırs yapanlar, zararla oturacaklarını, kaybedeceklerini bilmeliler.
Hırslı insanların arkadaşları ve dostları az olur. Çevresindekilerin itibarı, sevgi ve saygıları azalır. Çevresi tarafından saygınlığı olan bir harise (hırs sahibine) rastlamanız mümkün değildir.
Dünyalık para-pul, makam, mevki, şehvet ve ünlü olmak hırsı insanın doğru düşünce melekelerini engelleyen unsurlardandır.
4-SÛ-İ ZAN.
Su-i zan, her şeyden kuşkulanmak, her şeyi yanlış yorumlamak ve kötü zanda bulunmak anlamlarına gelir.
Kötü zan beslemek toplumun huzurunu kaçıran bir alışkanlık ve kötü bir hastalıktır. Sû-i zan insanın içini karartır, huzursuzluk verir ve doğru düşünceye geçit vermez. Doğru düşünmek için ise berraklık, sükûnet ve huzur gereklidir.
5-BATIL İNANÇLAR.
Hakiki inanç sahibi olmayan bir kimse, aslı astarı olmayan batıl şeylere inanır. Bir süre sonra da inandıklarını doğru ve hak zanneder. İnsan inanmak durumunda olan bir canlıdır. Yani inanç duygusu boşluk götürmez. İnsan muhakkak bir şeylere inanmak zorundadır. Neticede ateistlik / tanrıtanımazlık da bir inançtır.
Bu gibi aslı astarı olmayan ve sahte şeylere inanmak batıl inançtır.
Günümüzde halâ gerçek yaratıcıyı bulamamış, bu muazzam düzeni, muazzam bir şekilde idare eden, her şeyin yegane sahibi ve yöneticisi olan Allah’a inanmayıp, taşa, ağaca,, toprağa, kurda, kuşa, ineğe, insana, hatta şeytana bile tapan batıl inançlı insanlar var. Bir olan Allah’a inanmayı reddedenler, binlerce yaratılanlara köle olmak için inat etmektedirler.
Aklın, bilimin ve mantığın gerçekliğine ispat etmesine rağmen, Allah inancı gönüllere yerleşmezse, falcıya, sihirbaza, medyuma ve yıldız namecilere gün doğar. Gündeme her zaman onlar hakim olurlar.
Tevhit inancına sahip olmayan birinin düşünce melekelerini iyi kullanıp, doğru düşünmesi mümkün değildir. Hiçbir gerçekliği olmayan batıl inanç saplantıları olan birinin doğru düşünüp, doğru karar verebilmesi imkansızdır.
6-KİBİR ve GURUR.
Kendini beğenen, kendini asla hata yapmaz zanneden biri de,kendi kendinin doğru düşünmesini engellemiş olur. Hiçbir kimse hata yapmama lüksüne sahip değildir. Her insan az veya çok yanlış yapabilir. Kendisinde gördüğü bazı özelliklerden dolayı kendisini başarılı, becerikli, güçlü, eksiksiz gören biri aslında bu düşüncelerinden dolayı bile en büyük hatayı yapıyor demektir.
Sadece kendi fikir ve düşüncelerini önemseyenler, başkaları ile istişare etme gereği duymazlar. Başkalarının fikirlerine inanmazlar ve güvenmezler. Dolayısıyla başkalarının görüşlerine başvurmadıklarından da kendi sığ fikirleriyle yetinirler ve asla başka kimseden yardım almazlar.
Kibir ve gurur aslında şeytanın özelliklerindendir. Zira şeytan, Allah’ın cc “Adem’e (as) secde edin.” emrini, sûrete secde etmek anladığından “Ben ateşten yaratıldım, Adem ise topraktan yaratıldı. Dolayısıyla ben O’ndan üstünüm” dedi ve kıt aklıyla kibir ve gurur yaptı, secde etmedi. Şeytan burada aynı zamanda kibrin, gururun ve ateşi topraktan üstün görerek ırkçılığın da öncüsü olmuştur.
Kibir ve gurur sahipleri adeta “küçük dağları ben yarattım” dercesine burnu hep havalardadır. Böyle biri ancak kendine aşıktır ve hiç kimsenin ilgi, bilgi ve sevgisine ihtiyacı yoktur. Bu durumdaki birinin de düşüncelerinde isabetli olması asla mümkün değildir. Çünkü doğru düşünemezler.
7-AŞIRI SEVGİ ve DÜŞMANLIK.
“Aşk gözü kör eder” sözü ne kadar da manidardır. İnsan aşırı sevdiği bir kişi, kuruluş, siyasi parti veya futbol takımında hata görmez. Aksine onlarda olan hataları fazilet olarak bile değerlendirir.
Aynı şekilde düşmanlık duygusu da öyledir. Bir şahsa, bir kuruluş veya gruba aşırı derecede düşmanlık besleyen biri, ondaki güzellik ve faziletleri görmez, görse bile onların takiyye yaptıklarına inanır.
Dinimiz de vasat ümmet olmamızı istemiş ifrat ve tefrite düşmememizi öğütlemiştir. Severken de buğzederken de ölçülü davranmamız gerekiyor. Zira bugün aşırı derecede sevdiğimiz biri ile yarın yollarımız ayrılabiliyor. Yine aynı şekilde bugün yerden yere vurduğumuz biriyle yarın sarmaş dolaş olabiliyoruz.
Doğru düşünebilmek için de severken de, buğzederken de aşırıya gidilmemelidir. Yoksa doğru düşünceye ulaşmada aramızda en büyük engellerden birisi olur.
8-HAYATA YANLIŞ AÇIDAN BAKMAK.
Doğru düşünebilmek için, hayata, yaratılış gayemize, niçin yaratıldığımıza vakıf olmamız gerekiyor. “Dünyaya geldik bir kere. Yarın ölüp toprak olacağız. O halde dünyadan nasibimizi alalım. Yiyelim, içelim, gezelim, eğlenelim, müzik dinleyelim, film izleyelim, şehevi arzularımızın peşinden koşalım. Kısaca ne istiyorsak yapalım. Sanki bu dünyaya bir daha mı geleceğiz?” diyenler elbette ki doğru düşünceye asla ulaşamazlar.
Allah cc “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet / kulluk etsinler diye yarattım.” buyuruyor. Bu dünyaya bir imtihan için gönderildiğimizi unuttuğumuzda elbette doğru düşünceye sahip olamayız. Tüm yaptıklarımızdan / yapmadıklarımızdan hesaba çekileceğimizi bilmezsek kesinlikle doğru düşünemeyiz.
“Takma kafana”, “hayatını yaşa”, “çok düşünme kafayı yersin” gibi söylemlerin arkasına sığınılarak geçirilen bir hayat, elbette doğru düşünceye geçit vermez.
“Cambaza bak cambaza” diyerek uyutulan bir devletin vatandaşı da akl-ı selim düşünemez. Spor toto, loto, piyango, at yarışı gibi, futbol furyası gibi, dijital sosyal medya ve sürekli algı manipüle edilen basın yayın organları da doğru düşünce önüne çekilmiş en yüksek settir.
9-DÜŞÜNMEYİ KÖTÜLEYEN SÖZ.
“Bir saat tefekkür, altmış yıl nafile ibadetten hayırlıdır” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sas). İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden birisi, belki de en önemlisi düşünebilmesidir. Düşünmeden yapılan her işin sonunda pişmanlık olur.
Ama ne yazık ki günümüzde düşünmek, çok düşünmek kötü bir işmiş gibi yerilmiş, “düşün düşün, yaştır işin” gibi düşünmeyi delilere has bir özellik olarak nitelemişlerdir.
Bir çok ayet ve hadislerde düşünmek emredilmiş, dağlara, taşlar, ovalara, kuşlara bakarak düşünüp ibret almamız, tefekkür etmemiz istenmiştir. İnsan olmamız nedeniyle yapacağımız her şeyden ve konuşacağımız her cümleden önce sonradan pişman olmamak için muhakkak etraflıca düşünmemiz icap eder.
10-ÇOK ÖNEMLİ ve OLAĞANÜSTÜ OLAYLARI İSİM TAKARAK ÜZERİNİ ÖRTMEK.
Düşünceyi engelleyen vasıflardan biri de harikulade bir olay veya nesneyi ona bir göstermelik ad takarak üzerinde düşünme gereği hissetmemektir.
Mesela ay; nasıl yaratılmıştır? Meyvelerin olgunlaşmasını sağlayan güneş olmasına rağmen, tadını neden ay veriyor ve nasıl veriyor? Güneşin olmadığı gece vakitlerinde aydınlatmaya mı yarıyor acaba..?
Mesela güneş; nasıl milyarlarca yıldır görevini hiç aksatmadan sabah doğup, akşam batıyor? Nasıl başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yeryüzünü kolayca ısıtabiliyor? Nasıl ısısı depolanıp sonra enerji olarak kullanılabiliyor..?
Mesela yıldızlar; her biri, birbirlerinin etki ve yetki alanlarına girmeden görevlerini yapabiliyorlar? Nasıl her insanın bir yıldızı oluyor? Nasıl insanlara yol tayininde rehberlik yapabiliyorlar..?
Mesela su; nasıl oluyor da dünya yaratıldığından beri hiç bitmeden, dere, çay, ırmak, nehir, deniz, okyanus bitmeden, tükenmeden halâ tüm canlılara derman oluyor? Nasıl oluyor da bazan bir dağın dibinden, bazı dağların da tepesinden fışkırıyor..?
Mesela elektrik,
Mesela telefon,
Mesela internet,
……..
Tüm bunların nedenini, nasılını düşünüp tefekkür etmeden, onların görevleri zaten o. Tabii ki görevlerini yerine getirecekler demek, acizlikten başka bir şey değildir.
Nasıl oluyor da tonlarca ağırlıktaki bir gemi denizde yüzebiliyor?
Nasıl oluyor da tonlarca ağırlıktaki bir uçak havada uçabiliyor?
Velhasıl,
Nasıl oluyor da bunca nimetlere karşılık insan, Rabbine nankör olabiliyor?
Nasıl..?
Bekir AYDIN
Aile Danışmanı & Yaşam Koçu