Galatasaray’da “Güçlendirilmiş Parlementer Sistem” Devreye Girdi (Başkanlık Sistemi Yara Aldı)
Galatasaray çok köklü ve gelenekleri olan tarihi bir camia olduğunu hepimiz biliyoruz.
Aynı zamanda Galatasaray; 500 yıllık eğitim ve öğretim kurumları ile sadece bir futbol kulübü değildir. Gelenekleri olan ve “Derin Galatasaray” diye adlandırılan yapısıyla çok farklı bir camia olmasıyla tanınıp biliniyor. Kendi örf ve adetleri, gelenekleri ve yazılı olmayan kuralları Galatasaray’ı hep gündemde tutmuş ve tartışılmıştır.
Ben hem Galatasaraylı hem de Saadet Partili birisi olarak bu iki camiayı bir birine çok benzetirim aslında.
Benzetmemin Nedenine gelince;
İki camiada da ayarlarıyla oynandığı zaman “Ak Saçlılar” yani tecrübelilerin devreye girip son sözü söylediği içindir. Aslında bu iki camiayı ayakta tutan, başarılı kılan ve istikrar sağlayan yapısı da işte bu derin yapısı sayesinde olmasındandır.
Galatasaray bir başkan kulübü olmadığı gibi Saadet Partisi de bir genel başkan partisi değildir. İki camiada da yönetimler ve üst yapılar ve dolasıyla “tecrübeler” öne çıkar, nitekim gerektiğinde çıkıyor da..
Bu geleneksel yapılar yani “ak saçlılar” genelde hoş karşılanmasa da bir kurumun veya camiaların yaşaması için bence önem arz etmektedir. Bu derin yapılar sayesinde her seçimi kazanan başkan her akla geleni ve istediğini yapamaz ve kulübü veya camiayı yolundan yani fabrika ayarlarından çıkaramıyor.
Nitekim hem Galatasaray hem de Saadet Partisi ayarlarıyla oynanmak istediğinde anında tepki verip başkan ve yönetimi alaşağı ediveriyor birden…
Hatırlarsanız Prof. Dr. Numan Kurtulmuş Saadet Partisi Genel başkanı iken tıpkı Galatasaray’da başkan Adnan Polat ve yeni başkan Burak Elmas’ın yaptığı gibi, Milli Görüş camiasının yönünü değiştirmeye ve başkalaşmaya çalışırken “Ak Saçlılardan” yani ‘YİK‘ ten hiç beklemediği bir darbe yiyerek partinin genel başkanlığından istifa etmek zorunda kalıvermişti. Yani “dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştu.” O “Ak Saçlılar” yani Yüksek İstişare Kurulu “YİK” olmasaydı bugün Saadet Partisi Akp’ye katılmış bir particik olacak ve hiç bir özgün ağırlığı da olmayacaktı ve sıradanlaşacaktı. Tıpkı BBP gibi….
Neyse dönelim Galatasaray’a; Galatasaray’da da her başkanın veya yönetimin; diğer rakipleri Beşiktaş veya Fenerbahçe’de olduğu gibi her istediğini, her aklına geleni yapmasına birileri kesinlikle müsaade etmiyor.
Hatta bu kulübün siyasete sokulmasına, siyasetin oyuncağı olmasına da hiç bir şekilde müsaade edilmiyor. Galatasarayda sahadaki başarısızlık hazmedilebiliyor ama kulübün geleneklerinden, yönünden ve vizyonundan vazgeçilmesi hatta bu yollara meyil dahi edilmesi hiç bir zaman hazmedilemiyor.
2011 yılında eski başkan Adnan Polat döneminde de bu durumu yaşamıştık. Adnan Polat 1990’lı yıllarda Futbol Şube sorumluluğu ile efsane olmuş ve 20:45 sloganı ile gönüllere taht kurmuş bir isim olmasına rağmen bazı şeylerde direnç gösterince genel kurul üyeleri “one minuet” deyivermişler ve Adnan Polat istifa etmek zorunda kalıvermişti.
Şimdi ki başkan Burak Elmas ise daha 8-9 ay önce büyük bir sinerji ile başkan olmuş. Galatasaraylı taraftarlar sosyal medyanın gücüyle bir çalışma başlatıp Burak Elmas’ı başkan seçtirmişlerdi.
Galatasaray’da Her şey güzel olacak diye beklerken birden inanılmaz şeyler olmaya başladı. 3 yıllık bir proje ile kurulan futbol takımı Avrupada başarılı okurken süper ligdeki başarısızlık ve Fatih hocanın gönderiliş şekli, Işıtan Gün meselesi, yönetim kurulu üyelerinin istifaları, FB’li danışman ve Ceo; Burak Elmas’ı 9 ayda kredisini kısa sürede bitiriverdi. Ve hiç kimse de biz bu başkanı destekledik, şans verelim falan diye de düşünmedi. Baktılar ki kulüp iyi yönetilmiyor. Divan kurulunda bunu konuşup dün getirdik ama bugünde seni gönderiyoruz deyiverdiler.
İşte Galatasaray bu yapısı ve anlayışıyla şuan siyasette istenilen “Güçlendirilmiş Parlementenun” önemini tüm Türkiye’ye de göstermiş oldu.
120 yıllık Galatasaray vb. camialar, köklü kurumlar veya şirketler kolay kolay harcanamamalıdır. Hatta aşırı borçlandırılmamalıdır. Çünkü zaten aşırı borçlanma uzun vadede kulübü, şirketi veya camiayı kaybetmek demektir..!
Yok efendim sandıktan çıkmış, yok efendim seçilmiş, yok efendim atanmış falan hepsi hikaye… Herkes bilecek ve kabul edecek ki! Buralar babalarının çiftliğinin olmadığını..!
AİLE ŞİRKETLERİ ŞİRKET ANAYASALARI HAZIRLIYORLAR
Yıllar önce yurtdışına ihracat yapmaya çalışan redöktör üretimi yapan Kastamonulu hemşehrimiz olan firmanın sahiplerinden birisi ile görüşüyorduk. Çok ilginç bir şeyler söylemiş benimde çok garibime gitmişti. Ama daha sonra o söylediklerinin ne kadar önemli olduğunu kavrayabilmiştim. Firma sahibi; Babamızın kurduğu bu fabrikayı biz bu duruma getirene kadar ne zahmetler çektik, gece gündüz çalıştık, ürettik ve işimizde söz sahibi olduk. Onun için bizler bu kurumun “Anayasasını hazırlattırıyoruz” deyince bende hayret içinde neden diye soruvermiştim. O da; Biz 3 kardeş olarak fabrikayı bu duruma getirdik ama artık çocuklarımız büyüdü. Artık aileye gelin geliyor, damat geliyor, torun oluyor. Bize bir şey olsa bu fabrikayı; gelinin veya damadın keyfine, torunun kaprisine bırakacak kadar öngörüsüz değiliz. Bizden sonra bu fabrika bu “Şirket Anayasasına” göre yönetilecek ve kimsenin egosuna, kaprisine, düşüncesine alet olmayacak demişti…
Şimdi o fabrika hem Dünya’da hem Avrupa’da alanında ilk 5 içinde… İşte VİZYON’da, DİSİPLİN’de, PLAN’da, ÖNGÖRÜ ve BAŞARI’da budur işte.!
Tıpkı Galatasaray kurulurken; “yabancıları yenmek” olarak konulan hedefli bir kulübün 80-90 yıl sonra Avrupa Fatihi olarak anılması gibi…
ÜLKE YÖNETİMİNDE DE DENETİMLER OLMALIDIR!
Ben Ülke yönetimlerinin de böyle bir yapının olması gerektiğine inanıyorum. Her çoğunluğu bir şekilde ele geçiren partiler her istediğini yapmaya cesareti olmamalıdır. Ülkenin çizgisi, misyonu, vizyonu ve değerlerine zarar verilmemelidir. Ülke istikamet değiştirmemelidir. Evet Değişebilir elbette ama Ülke başkalaşmamalıdır.
Yani memleketim Kastamonu’ya giden otobüs sırf molada şoför değişti diye Tekirdağ’ına veya Hatay’a doğru yönelmemelidir. Yöneldiğinde de o kaptana DUR diyecek bir yapı olmalıdır. Siyasi iradeyi de ya Parlemento ya üst bir kurum veya yapı veya da tarafsız ve partisiz bir Cumhurbaşkanı denetlemeli ve ülkenin genlerinden kopmasına müsaade etmemelidir.
ARTIK ÜLKE OLARAK BORÇLANMAYI ÇOK SEVİYORUZ
1990’lı yıllarda borcu olmayan bir Galatasaray vardı. Sayın başkan Alp Yalman, sayın Faruk Süren’e başkanlığı devrederken kulübün hiç bir borcu yoktu. O zamanlar 1970’li yıllarda rahmetli Selahattin Beyazıd tarafından kulübe kazandırılan RİVA ARAZİSİ Galatasaray’ın geleceği ve güvencesi olarak dillendirilirdi. 1996’dan sonra ise kulüp her geçen gün borçlanmaya başladı. 2000 yılından sonra ise tüm gelen başkan ve yönetimler borçları sıfırlayacağız, faiz sarmalından kurtulacağız dedikçe kulüp daha çok borçlandırıldı. Hatta başarılar geldikçe ve Galatasaray para basıyor diye haberler yapılsada borçlar hiç bir zaman azalmadığı gibi çok daha da artmış oldu. İlk önce Rivayı satsak borç kalmaz hatta paramızda kalır diyenler artık Riva borçları kapatamaz duruma geldi. Hatta Florya’da satılsa kulübün borçlarına yetmeyecek duruma geldi.
Bu borçlanma durumu maalesef ülkemizin de en önemli sorunlarının başında geliyor zaten.
Hatırlarsanız 1994 yılında Telekom özelleştirilmeye çalışılırken bu özelleştirmeyle birlikte ülkemizin tüm borçlarının biteceği ve para kalacağı söylenmişti. Tıpkı Riva da olduğu gibi.. Ancak 30 yıl sonra ise tıpkı Galatasaray’da olduğu gibi tüm varlıkları satsak bile borçlarımızı kapatamayacak durumdaysak; Ülkemizde de Telekom gibi yüzlerce hatta binlerce kurumlar özelleşti daha da özelleşse bile ne iç borç ne dış borcu kapatmayı bırakın faizlerini bile ödeyemeyecek duruma geldik. Çünkü Ülke olarak; hem kurumlarımız, hem devletimiz ve hemde vatandaşlarımız sürekli borçlandırılıyor ve borçlanmayıda seviyoruz. Her gelen başkan ve yönetim borçları azaltacağız demelerine rağmen görev süreleriin sonunda azalmayı bırak 2-3 kat daha da artmış bir borç bırakıp gidiyor maalesef…
İşte hem devlet olarak hem kurum veya camialar olarak üreterek borçlanmanın önüne geçemediğimiz sürece geleceğimiz hep tehlike ve ipotek altında olacaktır.
Çünkü “Borç alan emir alır ve esir düşer”
Vesselam