enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp

Çıkrığın Kirmanla Dansı (Efsane Köy Hikayeleri)

Yün dediğin hayvanların sırtında şu kadarcık kıl. Bu çorap nasıl örüldü kafamda canlandıramadım. Elbette sordum. Anlatılanları bir türlü anlayamıyorum. En son kararımı verdim. Anneannem bu kılları önce tek tek düğümlüyor. Sonra annemin dediği çıkrığa bağlıyor. En son da kirmana takıyor. Yine olmadı. Madem düğümlüyor o çıkrığa ve kirmana ne gerek var. Olmuyor abi, nasıl hesaplasam yünden iplik olmuyor.

Çıkrığın Kirmanla Dansı (Efsane Köy Hikayeleri)
20 Şubat 2023 17:24 | Son Güncellenme: 20 Şubat 2023 17:25
A+
A-

Köyden bir şeyler gelmiş. Çoğunuz bilir, eskiden bir gelen giden olunca, memleketten bir çuval gönderilirdi. Artık, Allah ne verdiyse. Somun, pekmez, çeşitli otlar, ahlat, kumpir (patates) köy yerinde ne varsa. Biraz destek, biraz gönül alma.

Annem seslendi.

-Bak oğlum anneannen sana ne göndermiş.

Uzanıp baktım. Minnaz annem bana çorap göndermiş.

-Anne benim çorabım var ki! Diyerek yanıtladım.

-Bunlar farklı dedi

Dikkatle baktım. Doğru farklı bir duruşu var. Kalın beyaza yakın bir renkte. Elime aldım. Vay gıdıklıyor.  Annemin komutuyla giydim çorapları. Asıl şimdi gıdıklıyor. Hatta kaşındırıyor diyebilirim. Eskiden hep bu çorapları giyerlermiş. Yün çorap.  Kendi aklımca düşündüm. İşin içinden çıkamadım.

Yün dediğin hayvanların sırtında şu kadarcık kıl. Bu çorap nasıl örüldü kafamda canlandıramadım. Elbette sordum. Anlatılanları bir türlü anlayamıyorum. En son kararımı verdim. Anneannem bu kılları önce tek tek düğümlüyor. Sonra annemin dediği çıkrığa bağlıyor. En son da kirmana takıyor. Yine olmadı. Madem düğümlüyor o çıkrığa ve kirmana ne gerek var. Olmuyor abi, nasıl hesaplasam yünden iplik olmuyor.

Hadi ip yaptın, böyle yuvarlak hale nasıl getirdin? Nasıl ördün? Tekrar tekrar sormama rağmen koyun veya keçinin kıllarının birbirlerine nasıl yapışıp ip haline geldiğini çözemedim.  Epey zaman alışamadım bu içine yüz kişi girmiş gibi ayağımı gıdıklayan çoraba. Sonbahar geçip kış İstanbul’a selam verince bizim ayaklar sert bir uyarıda bulundu. ÜŞÜDÜM.

 

Elbet köy kadar soğuk değil buralar. Yine de üşütüyor. Okuldan geldiğim bir gün ayaklarımı o zamanların her evde bulunan meşhur Auer marka sobanın arkasında ısıtmaya çalışırken korktuğum başıma geldi. “Anneannenin ördüğü çorapları giysene” cümlesi yankılandı oda da.

-Ayaklarım kıpkırmızı oluyor, çok kaşınıyor diyerek itirazımı yaptım hemen.

-İçine çorap giy. Yün çorabını da üstüne giy. Vay canına iyi fikir dedim kendi kendime. Ben nasıl düşünemedim bunu? Asfalt kelimesinin henüz Bağcılar için Suriyeliler kadar yabancı olduğu o eski zamanlar da, yolların su ve çamur hali bile üşütememişti beni. Çünkü artık ayağımda yün çoraplarım vardı. Hem de el örgüsü.

Gel zaman git zaman kış bahar derken yaz geldi. Her nasıl olduysa oldu yine güze yakın köye gittik. Eski büyük evde çardakta sıkıntıdan dolanıp dururken, bir açık kapı gözüme ilişti. Her zaman kapalı duran bu kapının açık olması heyecanlanmama sebep oldu. Bu odanın her geldiğimizde kapalı oluşu, odayı her sorduğumda verilen “hiç” cevabı beni sürekli bir meraklandırır. Kafamda uydurduğum hikâyelerle bir gizem havasına sokardı.

Usulca yaklaşıp, odanın içine hızla göz attım. Gerçekten de hiç çıkacağı ise asla aklımdan geçmemişti. İnanılmaz hayal kırıklığı yaşarken. Onu gördüm. Böyle 40-50 cm uzunluğunda ki çubuklardan yapılmış yuvarlak bir nesne. Üstünde durduğu kaidenin uzantısı da var ama bu yuvarlak şeyin yapıldığı çubuklar bir de boyalı ki çok ilginç. Bu ne olabilir? Kimsenin olmamasını fırsat bilip süzüldüm içeri.

Yakından bakabilirdim artık. Garip bir şey. Dönüyor, iplerle birbirlerine bağlanmış gibi. Kimseye yakalanmadan çıktım ama içim içime sığmıyor. O televizyonda ki filimler de olan gizemli odaya mı girmiştim. Kimseye soramıyorum da. Anlayacaklar ailenin büyük sırrının olduğu gizli odaya girdiğimi.

Bir iki gün geçti, artık meraktan çatlamak üzereyim. En sonunda biri girerken oda da bir şey gördüm diye sorayım şeklinde bir hikâye buldum.  Sanırım anneme olacak, artık bir cesaret sordum. Ama anlattıklarımdan hiçbir şey anlamadı normal olarak. Adeta uzaya açılan gizli kapıyı açan çok gizli bir aleti anlatınca kadın nasıl anlasın.

Benim merak ve heyecanımı görünce anahtarı bulup geldi ve kapıyı açtı. Böyle olmamalıydı. Çok basit olmadı mı? Bu kadar büyük bir gizem ve bu gizemi saklayan oda hemencik açılır mı?

Annem içeri baktı “Bu mu” diye sordu

Evet, anne dedim. İşte o. Hemen içeri girip hızla çevirdim ve bak kesin bir şey yapılıyor bununla dedim.

O dönerek uzayda kapı açan şey aslında çıkrıkmış. Hani şu benim çorapların ipini yapan çıkrık. Annem baktı ki çocuk aklımla kendi kendime hikâyeler yazıyorum. Üşenmedi olayı en baştan anlattı.

  Koyun veya keçilerden kırkım yapılarak çıkan tüyler, toplanıp temizlenirlermiş. Bu temizlenen yünlerin ip haline gelebilmesi için de eğrilmesi gerekiyormuş. Eğirmeyi sordum. O benim kafam da koyunun kıllarını uç uca bağlıyorlar diye düşündüğüm işlem, kılların bükülerek birbirlerini tutmasını sağlayıp ip haline getiriyorlarmış. Aslında bağlamak veya düğümlemek yokmuş.

Normal de büyük bir hayal kırıklığı bu. Ben bu çıkrığı çevirip açılan gizli geçitten dünyada istediğim bir yere seyahat etmeyi hayal ederken öğrendiğim bunun basit bir iplik makinası olduğu.

Sonraki bir gün anneanneme gidince kendisinden çıkrığını getirmesini istedim.

-Benim çıkrığım yok dedi.

-Anneanne korkma, azcık inceleyeceğim, kırmam söz dedim.

İnadı tuttu, yok diyor başka bir şey demiyor. O zaman çorap örmek için nasıl ip eğiriyorsun diye çıkıştım. Çocuğuz diye bizi mi kandıracak bu Minnaz Hanım.

Kirmanla demesin mi? Yahu çıkrığı öğrenene kadar neler yaşadım bir de kirman çıktı.

 

Yorumlar
  1. Süleyman T. dedi ki:

    Çocukluk muhayyilesi her birimizi böyle acar hafiye ayarında yaşatırdı. Gülümseyerek okudum.