Fren Patlaması
Sanayi inkilaplarının neticesinde Beygirin dilinin altında bulunan fren sistemi artık arabanın tekerleklerine geçti…
Beygirin yuları kuvvetlice çekildimi araba haliyle duruyordu, tabikii de arabacı beygirin anlayacağı dilde bir takım seslerde çıkarıyordu, galiba o seslerde frenlemenin ABS sistemi gibi dağılımını senkronize ediyordu muhtemelen…
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı…
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya…
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık !
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…
Faruk Nafiz Çamlıbel Han duvarlarında böyle söylüyor…
Eskiden beygirlerin parlaması demek bugünkü ifadeyle frenlerin patlaması demek…
Durdurabilene aşk olsun…
Rampada park halinde duran 15 tonluk kamyonu 20 cm kenarlı eşkenar üçgen formunda ağaç bir takoz durdurur da, frenleri patlayan kamyonu durdurabilmek mümkün değildir kaçılın önünden…
Aslında fren patlaması diye bir şey yoktur, sanayi inkilabının bir yalanıdır bu…
Kamyonu parlattım ürküttüm desene be adam fren patlar mı…Buda işin palavrası, yani frenlerin patlaması…
Her şeyin bir dayanma gücü tahammülü vardır, fren merkezlerini zorlaya zorlaya ısıttırıp fren hidroliğini boşalttırırsan frenler tutmaz, ver elini rampa aşağı…
Toplumlarında sevk ve idaresini başarılı yürüten tarihteki büyük lider ve devlet adamları da toplumlarının frenlerini asla boşalttırmaz, patlattırmaz ve sağa sola savrulmalarını önler…