Zarfı açılmamış mektuplar
Keyiflenmiştim. Yaşanan bir acı insana nasıl keyif verir diyeceksiniz. Biraz bencil davranmış olabilirim. Fakat beni iyi bir hikayenin beklediğini anlamıştım
1944 numaralı odaya girdim. İkinci Dünya Savaşında yaşananlara olan merakım İzlandalı dostumun gözünden kaçmamış. Tebessüm ettim sanırım. Tam hatırlamıyorum. Kapıyı kapattıktan sonra odaya bir göz gezdirdim. Dolapları açtım, kasaya baktım, havalandırmayı kontrol ettim. Kamera var mı diye kendimce bazı zula yerlerine baktım. Boydan camlı kapıyı aralayıp balkona çıktım. Önümdeki Yafa manzarası deniz çizgisiyle son buluyordu. Bir süre hissiz bir şekilde manzaranın büyüsüne bıraktım kendimi. İçeri girdim. Üzerimi değiştirmeden yatağa uzandım. Yorgun hissediyordum. Yolculuktan olamazdı. Daha ağır şartlarda çok yolculuk yapmıştım. Son günlerde yaşadığım stres ve bilinmezliğe doğru yaptığım bu tehlikeli yolculuk yormuştu beni. Elimle çantamı yokladım. Elime ilk gelen koçanı çıkardım. Mektuplardan ciltlettiğim bir dosyaydı bu.
Kıbrıs’taki bir dostumun bana hediyesiydi. Yazılanlardan daha çok hikayelerine merakım olduğunu bilen bu dostum bir gün beni apar topar davet etmişti. Anadolu’dan önce islamlaşmış, her yeri tarih kokan bu adaya adım attığımda ilk defa geliyor olmanın vicdani sorumluluğu altında ezilmiştim. Kumarhaneleri ile meşhur bilip yüz çevirdiğimiz bu kara parçasında bizi bekleyen, bizi özleyen tarihe dokununca nasıl yandım bilemezsiniz. Ercan havaalanından aldı beni dostum. Kısa turlar atarak gezdiriyordu beni. Hz. Ömer camiine uğradık. Denizin dalgaları dış duvarını dövüyordu caminin. Manastıra çıktık, Girne kalesini turladık, limanda adım saydık. Ben heyecanımı dizginlemeye çalışarak beni neden çağırdığını merak ediyor, bazen sorular soruyordum. Ustaca geçiştiriyordu. Neredeyse bu kayıtsızlığına kızacaktım. Benim ilgimi çekebilecek ne bulmuş olabilirdi ki…
Çıkartma plajında tefekkür ettik biraz, şehitliğe girip fatihalar okuduk. St. Hilarion kalesinden kuş bakışı izledik manzarayı tekraren. Kaleden inerken 60’larda yaşanan katliamlardan anlatmaya başladı dostum. Türkiye’nin harekat kararının buradaki birçok insana nasıl yaşama şansı tanıdığını; ama en çok da yaşanan acıları. Sanırım beni çağırmasının bu olaylarla bir alakası vardı. Onu bölmeden dinledim. O dönemlerde postacılık yapan bir arkadaşı varmış. Türk Mukavemet Teşkilatı’nda beraber görev yapmışlar. İstihbarat bilgileri taşımakla görevliymiş arkadaşı. Fakat tehlikeli de olsa sivil mektupları da taşırmış. Yaklaşık on yıl yapmış bu işi. Sonra nedensiz bir şekilde bırakmış. Uzun bir süre ortalıktan kaybolmuş. Geri döndüğünde ise iyice içine kapanmış. Federe devletin kurulmasıyla da eski işini teklif etmişler. Kabul etmemiş. Nedenini hiç anlatmamış. Kaybolduğu zaman neler yaptığını kimseye anlatmamış. Onu ziyarete gidecekmişiz.
Bir köye girdik. Girişteki şehitliğin önünde bir çocukla buluştuk. Bize rehberlik etmeye başladı. Bahçesi kalabalık bir eve yönlendirdi bizi. Kalabalığın sebebini ilk bakışta anlayamamıştık. Taziye olduğunu sonra öğrendik. Ziyarete geldiğimiz adamın artık bizimle aynı dünyada olmadığını öğrenmek içimdeki kelimelerin kaybolmasına yetmişti. İçeri giremedim. Arkadaşım taziye vermek için girdi bahçeye. Yaşlıca bir kadının yanına oturup konuştular biraz. Kadın yanındaki delikanlıya arkadaşımı tanıştırdığında delikanlı heyecanla ayağa fırladı. Ne konuştuklarını duymuyordum. Arkadaşım bir baş işaretiyle beni yanına çağırdı. Delikanlı ile beraber evin arkasına dolaştık. Ahıra benzeyen bir kapıdan geçtik. Eski eşyalar, oyuncaklar, teyp kasetleri ve küçük bir çuval -heybe desem daha anlaşılır olur sanırım- eski mektup karşıladı bizi. Delikanlı tüm bunları babasının bize bıraktığını söyledi. Ölmeden önce arkadaşımın adını vererek buraya geleceğini, geldiği zaman bu emanetleri vermesini söylemiş.
Eşyaları arabamıza taşımamıza yardım etti delikanlı. Arkadaşım bir ihtiyaçları olduğunda çekinmeden kendisini arayabileceklerini tembihleyip çocuğun telefonuna kendi numarasını kaydetti. Mahcuptu delikanlı. Hiçbir şey istemedi…
Yol boyunca hiç konuşmadık. Arabanın bagajı gittikçe ağırlaşıyor gibiydi. Bu eşyalar kime aitti ve bu adamda ne işi vardı? Düşündükçe işin gizemi derinleşiyor, sorular artıyordu. Neyse ki çok uzun sürmeden arkadaşımın evine ulaştık. Eşi kapıda karşıladı bizi. Uzun zamandır onunla da görüşmemiştik. Sofrayı çoktan hazırlamıştı. Lahana sarmasını sevdiğimi unutmamıştı.
Yemekte çok konuşmadık. Masadan kalkıp kahvelerimizi içmek için balkona geçtik. Arabanın bagajında ne varsa balkonda bizi bekliyordu. Heybenin en üstünde diğerlerine nazaran daha yenice ve pulsuz bir zarf vardı. Dostum onu eline aldı. Açtı. İlk satırları okuduğunda beni de bilgilendirdi. Postacı yazmıştı. Herşeyi tek mektuba sığdırmaya çalışmıştı.
Tüm bunları düşünürken gözlerim ağırlaşmıştı. Pencereden dışarıya, en sonda otel odasının içine bir kez daha göz gezdirdim. Yatağa uzandığımda aklım hala elimde tuttuğum mektuptaydı. Yaparım arada böyle. Değerli bir günceyi ellerimde tuttuğumda hemen okumam. Beni meraklandırmasına izin veririm. Etkisini uzatma gayreti aslında yaptığım iş. Bir kere okuyunca artık okunmuşların, yakmışların, yanmışların arasına karışıyorlardı çünkü. Gözlerim iyice ağırlaşınca -yaşadığım onca stresi de göz önünde bulundurursanız- kapatmaya karar verdim.
Kendimden geçmiş olmalıyım. Çocukluğumdan beri yaşamadığım bir hisle kalbimin sıkıştığını hissettim. Sıçrayarak uyandım. Elimden Kıbrıs’tan getirdiğim mektupların olduğu dosya düştü. Küçüklüğümden beri karabasan görmemiştim. Yüksek sesle bir cümle savurdum. Sesimin varlığından emin olmalıydım. Postacının mektubuna döndüm yine. Zihnimi dinginleştirmeliydim…
Rumların basıp onlarca kişiyi öldürdüğü bir köye gönderilmişti bu mektup. Muhatabına ulaşamamıştı. Mektubu alamadan ölmüştü sahibi. Kapalı zarfı ilk ben açmıştım. Babasından özür dileyen bir kızın mektubuydu bu. Baba yüreği evladına çok kin tutmazdı herhalde. Kız mektubun ulaşıp ulaşmadığını biliyor mudur diye merak etmiştim. Hatta bir süre bu kızı aramaya çalıştım fakat bulamadım. Postacıdan aldığımız emanetler gönderilmiş ama muhatabı tarafından okunamamış mektuplardı. Teyp kasetleri de vardı. O dönemler gurbettekiler yakınlarına kendi seslerini kasetlere kaydedip gönderirlerdi. Altmışa yakın kaset bulmuştuk. Her birini dinlerken hıçkırıklarla mücadele etmemiz gerekti. Ulaştıramadığı mektuplar yüzünden mesleği bıraktığını böylece öğrenmiş oldum. Postacıya bir kez daha rahmet okudum.
Bilali Yıldırım