enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp

Prof. Dr. Mehmet Görmez: “Yeryüzünde bir insanın başına gelebilecek en büyük kötülük idrak ölümüdür”

Diyanet İşleri eski başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez bir programda yaptığı konuşmada idrak ölümü gerçekleşen kişinin, normalde de ölü gibi olacağını belirterek; “Yeryüzünde bir insanın başına gelebilecek kötülük idrak ölümüdür” dedi.

Prof. Dr. Mehmet Görmez: “Yeryüzünde bir insanın başına gelebilecek en büyük kötülük idrak ölümüdür”
6 Şubat 2025 21:45 | Son Güncellenme: 6 Şubat 2025 22:21
A+
A-

Kastamonu Haber ekibimizin haberleştirdiği bilgilere göre Prof. Dr. Mehmet Görmez, konuşmasında şunları söyledi.

Yeryüzünde bir insanın başına gelebilecek en büyük kötülük idrak ölümüdür. İnsan yaşar idraki ölürse yaşamamış gibi olur. Ne demek İdraki ölürse, Nereden geldiğini nereye gideceğini bilemeyen bir insanın idraki ölüdür. Varlığın yaratılışın gayesini hikmetini anlamadan dünyayı terk eden insanın idraki ölüdür. idrak ölümüne maruz kalanlar, tanrı öldü diye feryad ettiler, kitaplar yazdılar. Aslında onların idraki ölmüştür. idraki ölen insan, Allah’a imanı kaybeden insandır. Ama anlamazlar, gözleri var ama görmezler, kulakları var ama işitmezler, derken yüce kuran ölmeden ölmekten söz ediyor idrak ölümünden söz ediyor.

Nereden Geldiğini Nereye Gideceğini Bilemeyen İnsanın İdraki Ölüdür

Bugün insanlık bir idrak ölümüyle karşı karşıyadır. İnsan hayata bir defa gelir. O bir defa geldiğimiz hayatta, yaşadığımız süreye ya ömür diyoruz ya hayat diyoruz. Ömür denilmesin sebebi eğer siz gayesini yerine getirmişsiniz yeryüzüne imar etmişseniz ömür yaşamış olursunuz. Eğer bilinçli yaşamışsanız da hayat sürmüş olursunuz. Yoksa sadece vakit tüketir insan. Hayatını bilinçle yaşayana hayat yaşamış deriz. Hay diri deriz. Eğer yeryüzünü imar etmeye katkıda bulunmuşsa ona da ömür yaşamış deriz.

Hayatınızın daha anlamlı daha güzel olmasını istiyorsanız sevgili Peygamberimizin aleyhissalatü vesselamın o büyük emanetini omuzunuza almak istiyorsanız, öncelikle üzerinde duracağınız şey,
varoluşun, yaratılışın hikmeti, varoluşun gayesi, varlık insan ve alem,

Üç kitabı çok iyi okuyacaksınız.
• Birisi insan.
• Birisi kainat
• Birisi Kur’an

Bu üç kitabı çok iyi okuyup nereden geldik nereye gidiyoruz varlığın gayesi nedir, varoluşun hikmeti nedir? O zaman güzel bir hayat yaşarsınız. O zaman Hayyy olursunuz. Hayydan
gelirsiniz, huya gidersiniz.


#MehmetGörmez #İdrak #Ölüm #Hayy #Huy #Varlık #Allah #Peygamber #Hayat #Ömür

İdrak nedir, idrak’ın kökü nereden gelir?

İdrak farkına varma, tanıma, kavrama, tasavvur etme, bilme gibi zihnin çok çeşitli ve karmaşık faaliyetlerini ifade eden genel bir terimdir. Kelimenin Arapça kökü olan derk “kavuşmak, yetişmek; olgunlaşmak, nihaî sınırına ulaşmak; bir araya toplamak; farketmek, anlamak ve bilmek” gibi mânalar taşımaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de idrak fiil haliyle “nihaî aşamaya gelmek, ulaşmak, yetişmek, algılamak, görmek.” anlamlarında kullanılmıştır. Terim olarak “bir nesneyi tam mânasıyla ihata etmek, bir nesnenin sûretinin akılda hâsıl olması, bir şeyin hakikatine ait imaj ve fikirlerin algılayanın zihninde temessül etmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Eğer idrak, olumlu veya olumsuz hiçbir yargı ihtiva etmeden yalnızca zihinde oluşan imaj ve kavramları ifade ediyorsa tasavvur, onlar hakkında bir yargıyı da beraberinde taşıyorsa tasdik adını almaktadır.

İslâm düşünürleri idrake, algılama ve bilmenin her türünü içine alacak bir genişlikte yer vermişlerdir. Modern psikolojide “duyumlar” ve “idrak” başlığı altında incelenen konuları da ihtiva edecek şekilde insanın nasıl düşündüğünü ve nasıl bildiğini açıklamaya çalışan Ortaçağ İslâm psikolojisinde idrak kavramı zihnî faaliyetin her aşaması için kullanılmıştır. Fonksiyonları itibariyle nebatî, hayvanî ve insanî olarak tasnife tâbi tutulan nefiste idrak gücü, geleneksel izaha uygun biçimde muharrik güçle birlikte hayvanî fonksiyonlar seviyesinde yer almaktadır. Dolayısıyla aklın devrede olmadığı idrak türlerinde insan ve hayvan ortaktır. “Müdrike” adını alan idrak gücünün organ ve meleke kadrosu beş duyudan ibaret dış idrak güçleriyle hiss-i müşterek, hayal (musavvire), müfekkire (hayvanî nefis söz konusu olunca mütehayyile), vehim gücü ve hâfıza (zâkire) denen beş iç duyudan meydana gelmektedir. Bütün bu fonksiyonlar, insanı hayvandan sadece derece itibariyle değil mahiyet açısından da ayıran aklın tasarruf ve yönetimi altında aklî idrakin yani bilme hadisesinin psikolojik malzemesini oluşturur. Buna göre dış dünyadaki nesnelerden etkilenen duyu organlarından her biri aldığı izlenimleri tek tek ortak duyuya iletir. Ortak duyu bu verilerin topluca algılandığı merkezdir. Dış duyuların idrakine “ihsas” (duyum) denir. Bir etkilenmenin sonucunda oluşan ihsas mevcut nesneyi, ondaki nasıllık, nicelik, yer ve durum gibi özel görünüşleri içinde topluca algılamaktır. Hayal gücü ise ortak duyudaki duyu formlarının nesneden bağımsız olarak yeniden idrak edildiği ve başka melekelerin işleyişine sunulmak üzere tutulduğu merkezdir. Mütehayyile denilen asıl hayal gücü bu formların alınıp işlenmesinde aracı rolü üstlenmiştir. Vehim gücü de duyu formlarındaki yararlı-zararlı, haz ve elem gibi cüz’î anlamları idrak eder ve bu anlamlar hâfızada toplanır. Şu halde idrak olayı ortak duyuda hissî, hayal veya musavvirede hayalî, vehim gücünde de vehmî bir karakter taşımaktadır. Bunların üstündeki aklî idrak seviyesinde ise tahayyül fonksiyonu aklın aktif yönetimine girer ve mütehayyile gücü müfekkire adını alır; onun fonksiyonu düşünmedir. Düşünme, maddî bağlantılarından henüz kopmamış hayal formlarının küllî ve soyut kavramlara ulaşacak tarzda kullanılışı ve küllî bilgiye yöneliştir. Bu yönelişin aklî istidlâle ait şartları yerine getirmesi ve asıl soyut gerçeklerle buluşması durumunda aklî idrak yani bilme meydana gelir.

Esasen aklî idrak tabiatı itibariyle bir tür sezgi ve ilhamdır. Fârâbî-İbn Sînâ felsefe ekolünce geliştirilen idrak teorisine göre idrak süreci, insanî güçlerin ruhanî güçlerle ortak çalışması sonucunda tamamlanmaktadır. İdrak olayının insanı aşan metafizik bir boyutu vardır; insan aklı, ancak nefsin dışında gerçek bir varlık olan faal akıl ile bağlantı (ittisâl) kurarak hakiki idrake ulaşmış olur. Aklî idrakin objesi olan küllîlerin duyu tecrübelerinden mi tecrit edildiği, yoksa doğrudan faal akıldan mı çıktığı konusunda görüş farkları bulunmakla birlikte idrakin metafizik boyutu ve kaynağı bütün düşünce ekollerinde dile getirilmiştir.

Günümüz psikolojisinin duyumların zihinde idrake nasıl dönüştüğünü henüz çözememiş olduğu dikkate alınırsa bu fikrin önemi anlaşılır. İbn Sînâ’ya göre sıradan insanın düşünen zihni, faal akıldan gelen seri halindeki fikirlerin üzerine aksettiği bir ayna gibidir. İnsan başlangıçta basit bir kavrayışa sahiptir; bu kavrayış daha sonra ortaya çıkan ayrıntılı ve tutarlı bilginin kaynağıdır. Böylece idrak vetîresinin anlamlı basit bütünlerden daha karmaşık ve ayrıntılı bütünler tarzında geliştiğini öne süren çağdaş idrak teorileriyle müslüman düşünürlerin görüşleri arasında yakın benzerlik olduğu anlaşılmaktadır. Bu görüşü açık şekilde ifade eden Gazzâlî’ye göre her idrak önce kapalı ve mücmel, daha sonra ayrıntı ve parçalarıyla tam olarak açıklığa kavuşur.

İster hissî ister aklî olsun mahiyeti bakımından idrak, idrak edilen şeyin sûretini, kopyasını almaktır; algılanan şey dıştaki hakikat değil onun hisseden duyu organında meydana gelen bir benzeridir. Hissedilen şeyin şuurda anlam kazanması, ancak duyu organınca algılanması ve onda iz bırakması ile olur. Akıl ile kavranılan şeyler için de durum aynıdır. Akledilir şey (mâkul), nefiste imajı oluşan hakikatin benzeridir.

Sonuçta her idrak bir soyutlama işlemidir. Bu işlem duyum idrakleriyle başlar ve derece derece yükselerek aklî kavramların oluşmasıyla en yüksek noktasına ulaşır. Sûretin maddeden ve maddî ilişkilerden tecrit edilmesi için dış ve iç duyuların faaliyetlerine ihtiyaç vardır. Aklî idrak dışındaki idrak türlerinin hepsi için madde ve maddî ilintilerin varlığı gereklidir, ancak bunlarda tam soyutlama yapılamaz. Aklî idrak ise tam ve mükemmel bir soyutlamadır. Akıl şahıslara göre değişmeyen küllî mânayı idrak eder. Nesnenin varlığının hazır veya gaip, uzakta yahut yakında olması durumu değiştirmez. Akıl fizik ve metafizik âleme nüfuz eder ve bunlardaki gerçekleri çekip çıkarır, soyutlar. Eğer idrak edilen şey tamamıyla mânevî bir özellikte ise Gazzâlî’ye göre onu soyutlamaya ihtiyaç duymaksızın da idrak edebilir. Bu aşamada Gazzâlî, aklî idrakten sonra zevke dayalı tasavvufî idraki söz konusu etmektedir. Gazzâlî, nebevî hakikatlerin aklı aşan bir boyutunun bulunduğunu ve bu boyutun ancak tasavvufî zevk vasıtalarıyla idrak olunabileceğini söyler.

Günümüz psikolojisinde bütün ayrıntılarıyla incelenen, idraki tayin eden yapı ve fonksiyonel faktörlerin varlığı yüzeysel ve basit de olsa müslüman düşünürlerce farkedilmiştir. İbn Sînâ, dikkat hallerinin bilgi edinmedeki seçici rolü üzerinde dururken, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, hızla döndürülen bir ateş parçasının bütün bir daire ya da düz çizgi şeklinde algılanmasını duyu organlarından bağımsız olarak hareketin süratine bağlayıp açıklamıştır (el-Fütûḥât, III, 138). Aynı zamanda İbnü’l-Arabî, duyum ve idrakin değeri konusunda bütün İslâm kültür çevresine mal olmuş bulunan görüşleri dile getirir. Buna göre duyunun idrak ettiği şey doğru ve gerçektir, yanılma hüküm veren akla aittir. Duyu asla yanlışlık yapmaz. Akıl da idrak ettiği şeyde kesinlikle hata etmez; yanılma hükümde olur.

Kaynak: Dergipark

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.