Köye Cereyan Geldi (Efsane Köy Hikayeleri)
Yaşımız ufak, eski evdeyiz ya da o zamanki tabiri ile büyük evde. Aslında yaz tatilinde kısıtlı zaman sılaya ziyarete gelmişiz, misafiriz yani. İstanbul’dan gelmişiz ya, e birde büyük dedemiz Osman Efendinin adı var kimlikte. Çocukların ve kadınların giremediği, adamların odasında akşam sohbetlerine katılma imtiyazına sahibim. Hatta oda da oturmayı bırak, birinin kucağına kafamı koyup yatma hakkım bile var.
1987 Yılının son bahar aylarında Kastamonu Taşköprü köylerine gelen cereyanın hikayesi ve öyküsü…
KÖYE CEYRAN NASIL GELDİ?
Elektrik yok. Biz gaz lambası var. Alamancı emmim Halim ÇİFTCİ göndermiş. Arada kalkıp gaz pompalıyorlar. O zaman için lüks. Hafif cansızlaştıkça Yılmaz emmim kalkıp gazını pompalıyor. Yaş itibari ile yumuş uşağı Yılmaz emmi.
Arada kapı tıklanıyor kapı önünde bir sini varsa bir ikram veya yemek işi kapıya siniyle koyuyorlar, hizmete bakan tarafından alınıp servis ediliyor sonra kapıya tekrar bırakılıyor. Oradan alınıyor boş sini.
Erkeklerin lavabosu bile ayrı hemen adamların odasının yakınında. Çocuk ve kadınların lavabosu evin diğer ucunda kadın odasının yanında. Diğer ucu derken şimdiki evlerle mukayese etmeyin. Şimdi bizim kullandığımız evlerin belki 5-6 katından büyük bu bahsettiğim ev.
Ancak bir hoş muhabbetler oluyor ki sormayın… Geyik avlarından, tavşan kovalanan kış avlarına. Maharetli av köpeklerini öven konuşmalardan, rahvan gidişi ile meşhur beygirlere. İşin bol, yorgunluğun zirve olmasına rağmen eğlenmenin de ihmal edilmediği harman zamanlarına. Gücü hayranlık uyandıran öküzlerden tutun da haylazlıkların yarıştığı çocukluk anılarına kadar. Mukallit köy insanlarının halis gönüllerinden akan birer şiir gibi. Ben sadece dinliyorum.
Hatta uyuya kalma hakkımı da hemen her gece kullanıp aldığım doğal izni sonuna kadar kullanarak bu girilmesi yasak odada sefa sürüyorum. Ye, iç, yat, dinle oooh sonra ilk canın istediğinde uyu. Diğer çocuklar kadın evinde yemek sırası beklerken sen yemeği yemiş köşede sıcak muhabbete kulak keser duruma geçmişsin bile. Söz aramızda erken uyuyakalırsam eğer şöyle kebap filan varsa ertesi güne ayrılıyor. Kastamonu sancağına payitahttan gönderilmiş şehzadeler gibiyim yani.
Bir zaman sonra dediler ki köylere elektirik gelecekmiş. Herkes sevinirken ben üzülmüştüm. İçimden çok dualar ettim “Bizim köye elektrik gelmesin ALLAH’ım nolur” diye. Gelsin diye sevinenler daha içten dua etmiş demek ki köye ceyran geldi.
Diyebilirsiniz; köye elektrik gelmesini bir insan neden istemez. Hayatı kolaylaştırdı. Kör karanlıkta çardakta yol bulmaya uğraşmaktan kurtulduk. Köyün içinde düşe kalka yürümüyoruz, sebzemiz, meyvemiz daha kolay saklanıyor vesair bir çok kolaylık.
Tüm bu dediklerinize katılmakla birlikte emin olun benim korkularım gerçek oldu. Ben o güzel muhabbetler bitecek köydekiler de televizyona dalıp sohbetleri unutacak sanırdım. Olan sohbetlerde o televizyondaki konular olacak diye düşünürdüm çocuk aklımla. Ondan istemezdim elektriğin getirdiklerini. Belki biraz da imtiyazım sayesinde dinleyebildiğim hikayelere erişim hakkımı kaybetme korkusu olmuştur.
Yahu atma o kadar küçük çocuk bunları düşünemez der gibi sesler geliyor kulağıma. Haklısınız düşünemez amaa yaşadıysa bilir…. İstanbul’da öyle olmadı mı? Gurbetteki komşu köylüsüne gittiğinde teklifsiz çat kapı giderken. Hemen bol nişastalı Kiraz dağı kumpiri haşlanıp yanına ev yapımı turşular, yoğurtlar sofraya dizilirdi. Masa değil sofra unutmayalım. Köyden gelen ahlat yıkanır sofraya konulur sohbet bir başlardı ki….. Sadece misafirlikte mi? Kendi evlerimizde de televizyon girene kadar bir birimizden başka ne vardı? Sohbet, muhabbet ve mecburen de olsa ev halkına, çevrendekilere ilgi daha yoğun değil miydi?
Sonra gurbette bizi bulan elektirik bizden neleri aldıysa bize bıraktıklarının yerine sanki yetmemişcesine köydeki bir çok töremizi de aldı. Artık muhabbetlerin çoğu sosyal medya hesaplarında ki paylaşımlar. Hele yeni nesil muhabbet kelimesini cep telefonundan emojilerle hallediyor. 1200 1300 metre üzerinde rakımlı, asfaltı olmayan dağ köylerinde bile
Ben köyde olduğumuz zamanlar da evde değil halen kapı önündeki çay muhabbetini seviyorum. Eski günlerin yad edildiği, harmanların, bostan bozumlarının, kumpir çıkartmalarının manilerini haylazlıklarını dinlemeyi seviyorum….
Son bir soru özlemediniz mi gerçekten ahşap yayıkta yapılan gerçek yayık ayranını, tereyağını? Aynı mı elektirikli yayığın metal gövdesinin verdiği tat……
Muhabbet ve saygılarımla….
GAFFAROĞLU
Yazıyı okuyunca eskilere gittik. Evet cereyanlar geldi ama geleneklerimizi, değerlerimizi, sohbetlerimizi ve hatta radyodaki ajansları ve çocuk tiyatroları kaybettik. Elektiriğin gelmesini çok güzel anlatmış GAFFAROĞLU. Kalemine sağlık ve çok teşekkürler. Artık Böyle yazıların devamını bekliyoruz inşallah
Yaşımın ermediği lakin her muhabbeti geçtiğinde “keşke büyük ev zamanına tanıklık edebilseydim” dediğim o anılar. Zihnimde canlanması bile güç olan büyük ev. Küçüklüğümde heyecanla gidip, ağlayarak döndüğüm köyüm. Eski muhabbetler küçüklüğümde kaldı. O zamanlar ne kadar dinlediysem o kadar hatırımda. Hepsini özledik, hepsini. Kalemine sağlık, devamı niyetiyle…