Azık Katma 2 (Yaşanmış Efsane Köy Hikayeleri)
Patatesli somunu yediniz mi? Hamur teknelerinde yoğurulan hamuru, somun ekmeği yapan, eski odun yakılan kara fırınları görme şansınız oldu mu?
Bostandan çıkartılan taze patates francala ekmeğini arar mı? Kabalak otundan bir sofraya diz çöktünüz mü? Anadolu’ya taşınmış Orta Asya misafir perverliği sizi aç bırakır mı? Kara çaydanlığın mis kokulu çayını özleyen var mı? Yazımızın ikinci bölümünde bunları anlatacağız.
Patatesli somun, kara çaydanlık, hamur teknesi, kara fırın, odun fırını, bostan, kabalak otu, francala ekmeği, Anadolu kültürü, Orta Asya, Köy Ekmeği, Ekmek Teknesi nedir? Gumpir nedir? Köy Hikayeleri Nasıl olur? Patates Nasıl pişirilir? Azık Ne Demektir? Külde Patates nasıl Pişer? Odun Ekmeği nasıl olur?
Azık Katma 1 (Yaşanmış Köy Hikayeleri) Okumak için linke tıklayınız
Azık Katma 2 (Yaşanmış Efsane Köy Hikayeleri)
Doğa yürüyüşü, hayvanların sevk ve idaresi, oyun, bol sohbetler yüzme aktivitesi ile birleşince artık hayvanlarda sakinleşti. Biz de yorgunluğun yanında ve fark etmediğimiz bir şey hissettik. Acıkmışız. Hem de bayağı acıkmışız. Hani deriz ya “karnım zil çalıyor”. Bizim mideler zil fabrikası olmuş.
Şimdi o gizli ve gizem dolu azık torbaları açılacak ve içinden enfes yemekler eşliğinde, tabaklar ve çatallar çıkacak. Kaç gündür hayal ediyorum. Kesinlikle ilk defa geleceğim için bana özel yemekler, tatlılar olacak. Yemekten sonra kahve beklemiyorum açıkçası. Zaten küçükler kahve içmez. Kararırsın derdi babamlar. Belki bir çay olabilir emin değilim.
İşte o hayal edip durduğum vakit gelmiş. Azıklar yenecek. Bir ses konuşmayı heyecanıyla böldü. Ben şurada patates biliyorum. Bizim x emmilerin bostanı. Getireyim siz ateş yakın. Patatesin olgunlaşmış olup olmadığını anlamaya yönelik bir faaliyet bazı şehirli insanlar için yanlış anlaşılabilir. Efendim, burası köye uzak olduğu için. Saygıdeğer köylümüz x amca gelip kontrol edememiş olabilir. Biz patateslerin ve eğer varsa mısırların olgunlaşmasını kontrol edelim ki. Kendisine haber verelim. Böylece mahsulü zamanında toplasın. Yazık değil mi? O kadar emek boşa mı gitsin?
İlk patates-bostan dediğim de aklınızdan geçirdiğiniz o “çalacaklar” düşüncenizden vaz geçtiniz değil mi? Gördüğünüz gibi bizim niyetimiz yine insanlık adına iyilik yapmak! Hem yemekten önce çok övdükleri ve birbirimizin iddiasına yediğimiz ham kirenler (kızılcık) ağzımızı bir tuhaf etmişti. Azık yiyince bu tuhaf tat ve burukluk da gider ağzımızdan.
Köylümüzün adına yaptığımız tadım için ateş yakılınca o meşhur azık torbaları da ortaya toplandı. Kızaran ekmekler için köy tereyağı, domates, bir iki yumurta… Anam! Azık bu muymuş? Hani hayallerim? Hani o düşündüğüm yemekler? Allah Allah nasıl yani? Sadece bunlar mı yenecek?
Sadece bunlar yenecekse, o öve öve bitiremedikleri azık katma nasıl öyle muhteşem olabilir ki?
Kafamda hayal kırıklığı eşliğinde hızla geçen deli sorular. Allah’tan benim için Ahmet ve Dursun çantalarında fazladan azık getirmiş. Yoksa şimdiye kadar hiç aklıma gelmeyen şey gerçek olacaktı. Benim azık torbam yok. E nasıl yemek yiyeceğim? Kendimi o kadar kaptırmışım ki bunu hiç düşünmemiş olduğumu yeni fark ettim. Sağ olun amca çocuklarım.
Patatesler o seferinde bulunan bir teneke ile haşlandı mı? Yoksa küle mi gömüldü hatırlayamadım. Ama her ikisini de farklı zamanlarda denemiş biri olarak şunu söyleye bilirim. Her ikisi de nefis üstü lezzetliydi. Herhangi bir lokanta veya restoranda böylesi zevkli bir sadelik ve lezzet bulamazsınız!
Kabalak yapraklarının üzerine dökülen patateslerin yanına azık torbalarından çıkan domatesler kesildi hızlıca. Ekmekler yağlandı. Yumurtalar soyulup doğrandı. Artık açlığın verdiği hız bazı şeyleri görmezden gelmemi sağlarken asıl gözümü açan herkesin iştahla sofraya dalması oldu.
Baktım ki ben domatesler simetrik kesilmemiş, şu yumurta az pişmiş. Bu ekmek tam kızarmamış derken sofra gittikçe tükeniyor. Acele hayatta kalma moduna geçip daldım. Bismillah dedim mi? Onu bile hatırlamıyorum.
Gerçekten akranlarımın beni kayırması eşliğinde kabalak yapraklarından oluşan soframız ilk kurulduğu gibi sadece yapraklar kalıncaya kadar yedik. Ben bile şaşırdım İstanbul’da olsam mümkün değil böyle yemem. Bir sürü bahane bulur, ya patates kızartması isterim veya tost. Halen haşlanmış yumurta ve domatesi bir arada yemeyi sevmezken, o gün nasıl ikisini birden yedim? Hem de kapışarak, halen anlayamıyorum.
Bir şey daha öğrendim. Yemekten sonra kahve yokmuş. Bunu tahmin ediyordum. Lakin çay servisi de olmadı. Kara çaydanlık isimli bir çaydanlık çeşidi varmış. O olmayınca çay servisi yapılmazmış. Kim bilir belki bir gün o özel çaydanlıkla da tanışırım.
Bol bol yedik, güldük, eğlendik doyduk, çok şükür. Somuna neden patates kattıklarını da o gün öğrendim. İşler yoğun, evler kalabalık olduğu için somunun hamuruna patates katarlarmış ki çabuk bayatlamasın. Birçok defa görmüştüm koca koca ahşap teknelerde yoğurulan hamurları. Sürekli ekmek yapmak elbette ki o kadar işin arasında çok kolay değil. Ekmek bir defa yapılınca birkaç gün gitmeli.
Yemek bittiğinde anladım. Paylaştığımız domates, yumurta, ekmek veya patates değildi. Paylaşılan samimiyet, içtenlik ve atalarımızdan miras kanımızın nesilden nesile. Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdığı misafirperverlikti. Domatese, yumurtaya tat veren ektiğimiz tuz değil yemekte ettiğimiz sohbetin aromasıydı.
Havaya uçuşan gülüşler, kahkahalar patatesli hamurla hazırlanmış birkaç gün önce kara fırında, yani eski odun fırınında pişmiş bayat köy somununu adeta fırından çıkan francala ekmeğinden bile güzel hale getirmiş. Sofra da başkasının bardağından su içmeyen beni, yanımdakinin domatesini kapan biri haline getirebilmişti. Ben bile durunca kendime hayret ettim. Anladım ki, özümüz de aldığımızı fark etmediğimiz o güzel Anadolu kültürü vardı.
İstanbulluyduk. Evet, ama biriyle tanıştığımız da sorulan nerelisin sorusunun cevabında gizlemiştik bazı şeyleri. “Aslen Kastamonu, Taşköprülüyüz.”
Sözlere değil, eli öpülesi anne ve babalarımız sayesinde farkında bile olmadan özümüz de öğrenmiş, gönlümüze yazmıştık. Azık katmayı.
Selam ve muhabbetlerimle….
Eskiler eskiden değil, sanırım hep güzel olarak kalacaklar.
Kaleminize sağlık.
Hele birde o sıcak somun ekmeğinin içine köy tereyağından katarak yemek yok mu….
Sanırım Ertuğrul Bey bunu da hatırlamaz. Somun ilk kara fırından çıkartıldığında, üst kısmından bir parça kapak gibi açılır. Sonra bol tereyağı konulup kapatılır. Tereyağı eriyince, kaşıkla güzelce karıştırılıp yenirdi. Evet sıcak somun köy tereyağı efsana olur Sayın Bozkurt.
Onu kim hatırlamaz ki? Somundan önce fırına pide atarlardı. Canımızı çektirdin ve hasret katsayımızı artırdın suçlusun şartosun!
O zmaan soğanlı pideler de sizden Ertuğrul Bey.
Yine fevkalâde bir yazı tebrikler 👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
Güzel memleketimi anlatan harika bir yazı olmuş, her ne kadar yaşadığımız yer İstanbul olsa da biz KASTAMONULUYUZ!
Ututulmaya yüz tutmuş bazı konulara özellikle değindiğinizi düşünüyorum. Yüreğinize sağlık.