Kastamonu’nun iki kalbi vardır
Kastamonu il sınırında olan Araç ilçesine girer girmez şive kendiliğinden değişmeye başlıyor. Sebebini anlamasam da bu durumdan hayli memnunum.
Kastamonu’lu hemşehrimiz Taşköprülü ve Yeni Şafak eski yazarı şair İbrahim Tenekeci’nin “Kastamonu Hakkında” başlıklı yazısını önemine binaen tekrar paylaşıyoruz.
Kastamonu’nun iki kalbi vardır. Birincisi Nasrullah Kadı Camii. Millî Mücadele yıllarında Mehmet Akif bu caminin kürsüsünden ahaliyi gayrete getiren vaazlar veriyor. Kastamonu’nun İstiklal Harbi’ne katkısı Ankara’dan az değildir. Şehrin ikinci kalbi ise Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin makamıdır. Şaban isminin Kastamonu ve civarında yaygın kullanıldığını da hatırlatmış olalım.
1890 tarihli idarî taksimata göre Kastamonu vilayetinin sınırları Gerze kazasından başlıyor, Göynük ve Gerede’ye kadar uzanıyor. Bolu, Çankırı ve Sinop vilayetin sancakları. Çorum’da kalan İskilip ve Kargı, Kastamonu merkeze bağlı. Bugün il olan Bartın, Düzce, Karabük ve Zonguldak da kazalar arasında. Yani Kastamonu vilayeti, Batı Karadeniz denilen bölgenin tamamını kapsıyor. Öte yandan, çoğu zaman, hava durumlarında Batı Karadeniz verilirken bile Kastamonu yok sayılıyor. Kastamonu’nun yakın tarihi, aynı zamanda bir ihmalin tarihidir.
Ninem Tosya, annem Akkaya, eşim Devrekâni, babam Taşköprülü. Ailemiz İstanbul’a 1953 yılında göç etmiş. Fakat ‘memleket’ ile münasebet hiç akamete uğramamış.
Babam, evlatlarının ata topraklarında doğmasını istemiş. Doğuma birkaç ay kala annemi memlekete, dedemin yanına bırakmış. Mevsimine göre, kimini kırkı çıkınca, kimini de üç aylıkken gidip almış. Böylece ilk beş kardeşin doğum yeri Taşköprü olmuş. Garip bir şekilde, İstanbullu olmamıza rağmen, hepimiz topraktan ve tabiattan yanayız. Demek ki babamın tercihinin hikmeti buymuş.
Kastamonu il sınırında olan Araç ilçesine girer girmez şive kendiliğinden değişmeye başlıyor. Sebebini anlamasam da bu durumdan hayli memnunum.
İl merkezindeki tarihi eserleri uzun uzadıya yazacak yerimiz yok. Kısaca: Kastamonu’nun iki kalbi vardır. Birincisi Nasrullah Kadı Camii. Millî Mücadele yıllarında Mehmet Akif bu caminin kürsüsünden ahaliyi gayrete getiren vaazlar veriyor. Kastamonu’nun İstiklal Harbi’ne katkısı Ankara’dan az değildir.
Kastamonu’da padişahların yaptırdığı herhangi bir camii yok. En büyük caminin bânisi bir kadı efendidir. Demek ki ihmal daha eskilere uzanıyor.
Şehrin ikinci kalbi ise Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin makamıdır. Şaban isminin Kastamonu ve civarında yaygın kullanıldığını da hatırlatmış olalım. Mesela bizim sülalemize Şabanoğulları deniliyor. ‘Kimlerdensin’ sorusuna bu cevabı veriyoruz. Bilinen en eski aile büyüğümüzün ismi Şaban Koca. Kastamonu’yu “evliyalar şehri” kılan sayısız mübarek zat var. Küçük bir araştırma sonucu birçoğuna ulaşabilirsiniz.
Kastamonu sadece evliyalar şehri değil, aynı zamanda şehitler diyarıdır. Kastamonu, Birinci Cihan Harbi ve İstiklal mücadelesinde yüksek sayıda şehit vermiştir. Bu coğrafyanın insanına “devlet düşkünü” denilmesinin nedenlerinden biri de budur. Özellikle Boyabat, Taşköprü, Tosya hattı dikkate değerdir. Belki bir gün, hakkaniyetli bir şekilde bu konu işlenir. Kendi adıma, Gökhan Gökçek kardeşimizden çok umutluyum.
Kastamonu’da beni en çok etkileyen ise son Candar hükümdarı İsmail Bey’in kederli hikâyesidir. Şahinşah Kayası da denilen tepe üzerinde İsmail Bey Külliyesi var. Camii, imarethane ve türbeden oluşan bir toplam. İnşa tarihi 1454 olarak kayıtlı. İsmail Bey, bu külliyeyi, türbe dâhil, sağlığında yaptırıyor. Aynı zamanda âlim bir zat olan İsmail Bey, beyliği Fatih Sultan Mehmet’e savaşmadan teslim ediyor. Kardeş kanı dökülmesin diye.
Türbede İsmail Bey’in yakınlarının sandukaları bulunuyor. Eşi, çocukları. Fakat kendisi yok. Çünkü 1479 yılında ‘oturmakla görevlendirildiği’ Filibe şehrinde hayata gözlerini yumuyor. Bulgar Krallığı, yol genişletme bahanesiyle kabrini yok ediyor. Bugün bir mezar taşına bile malik değil. Yeri de tam mânasıyla bilinmiyor. Elbette üzücü. Türbeyi ziyarete gittiğimde, mutlaka İsmail Bey için de dua ediyorum.
Candar beylerinin ikamet ettiği sarayların bir kısmı Devrekâni ilçesinde imiş. Fakat bu yapılardan günümüze bir taş parçası bile ulaşmamış.
Kastamonu hakkında sayfalar dolusu yazabilirim. Türk boylarının aziz hatıraları, ismi değiştirilen yerleşim yerleri, dağlı – ovalı farkı, sükût etmiş köyler ve onların hazin durumu, dağılan bey sülaleleri… Son beylerden biriyle bizzat tanışma imkânım olmuştu. Aldığım habere göre, bir gölete bekçi durmuş.
Nahid Sırrı Örik, 1941 yılında gazeteci kimliğiyle Kastamonu’ya gidiyor ve şehirde birkaç gün kalıyor. İzlenimlerinden iki cümle: “Kastamonu pek fakirleşmiş bir yer, fakat fakru zaruretini teşhire tenezzül etmeyecek bir vakar içinde yaşadığı muhakkak. Kastamonu’da hayat ölgün.” İşte bu yüzden en çok göç veren şehirlerden biridir. Seksen yılın sonunda fazla bir şeyin değiştiğini de söyleyemeyiz.
Kastamonu’da sık kullanılan bazı yer isimleri de dikkate değerdir. Ören tamlamasıyla biten köy isimleri onlarcadır. Kızılcaören, Karacaören gibi. En sevdiğim ise Bük ismidir. Kastamonu – Taşköprü yolunda Bük köyü var mesela. Bük, akarsu kenarındaki ağaçlık, çalılık yer anlamına geliyor. Bük köyünün hemen kıyısından Akkaya çayı geçiyor. Böylece anlam tamamlanmış oluyor. Karabük şehri de böyledir.
Dedem babamı bir kere Taşköprü Panayırı’na götürmüş. Kırklı yılların ortaları. Çocukmuş daha. Hayal meyal hatırlıyor ama “çok güzeldi” diyor. Uzun zamandır Kastamonu vilayetiyle ilgili ne bulursam topluyorum. Örneğin Taşköprü Panayırı’na ait iki eski fotokart buldum. Yine, iyi sayılabilecek bir posta tarihi koleksiyonu oluşturdum. Osmanlı’dan başlıyor, erken cumhuriyette sona eriyor. Kalan ömrümde, bir vefa numunesi olarak, bütün bunları iki kapak arasına toplamak isterim.