Ramazan ve Görünür Dindarlık
Görünürlük ve dindarlık modern zamanlarda birbirine yaklaştırılmayan iki hassas alanı ifade ediyor. Görünürlük modernliğin üzerine yatırım yapılan bir varlığını ve iddiasını sürdürme alanı. Görünürlük modern çağın olmazsa olmazıdır.
Ramazan, rahmet ve bereketiyle geldi. Mübarek olsun. Camilerin dolup taşması, iftar sofralarındaki sevinç, yardım paketlerindeki hareketlilik, dinin içtimâî hayatta da tezahür ettiğini gösteriyor. Bu tezahür ramazanda hissedilir biçimde artıyor. Din, insanların kalbinden dışa çıkıp yansımak ister, hayatın içinde de tezahür etmek ister. Dînî tezâhürün kuvveti, imanın da kuvvetini gösterir.
Tevbe suresinin 33. âyetini Elmalılı, şu şekilde tercüme etmiş:
“O Allahdır ki o, Resulünü hidâyet kanunu ve hak dini ile bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderdi, müşrikler, isterlerse hoşlanmasınlar” Âyette geçen “لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ/ hak dini ile bütün dinlerin üzerine geçirmek için” ibaresini “Allah’ın dini, diğer yaşantı biçimlerine karşı tezâhür edebilsin, kendini ifade edebilsin, insanlar dine kayıtsız hayat biçimlerine karşılık dindarlığı tercih edebilsin” diye anlamak da mümkündür.
Görünürlük ve dindarlık modern zamanlarda birbirine yaklaştırılmayan iki hassas alanı ifade ediyor. Görünürlük modernliğin üzerine yatırım yapılan bir varlığını ve iddiasını sürdürme alanı. Görünürlük modern çağın olmazsa olmazıdır. Evden çıkarken üstümüze başımıza bakarız. Giydiğimiz gömlek takım elbisemize uymuş mu diye bakarız. Şık giyim ve görünürlüğe önem veren insanlarla buluşacaksak bunu daha titizlikle yaparız.
Dindarlık Allah ile samimiyete dayalı nitelikli bir yakınlık içine girmektir. Dindarlığı belirli bir zıt anlamlısı da bulunmamaktadır. İnsan kendinden uzaklaştıkça dindarlıktan da uzaklaşmaktadır. “Günah, kalbini tırmalayan şeydir, insanlar fetvâ verse de kalbine danış” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 29:533) hadisi, bizi öncelikle kendimizden uzaklaşmamaya çağırır. İç dünyasında kendisi ile samimi bir yolculuğa çıkan kimse orada Allah sevgisini de gösterişten uzak özgün dindarlığı da bulacaktır.
Modern dünyada dindarlık hırpalanan, maddi acıların hıncının kendisinden çıkarıldığı, samimiyetimizin en çok sınandığı bir iklimdir. Hz. Peygamber “din samimi olmaktır” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 95) Din öncelikle Allah’a ve kendimize karşı samimi olmaktır. Kalbî hayat ile görünen hayat birbirine mutabık olmayabiliyor, içimizle dışımızın bir olması dindarlığımızın kıvamını belirliyor. Asıl olan, özgün dindarlığı yakalamaktır.
Özgün dindarlığın içinde samimiyet birinci unsurdur. Davranışlarımızın Hz. Peygamber’in sünnetine mutabık olması diğer bir hassasiyetimizdir. Üçüncü olarak da davranışlarımızın, içinde yaşadığımız Müslüman tolumda nasıl göründüğüdür. Müslüman bir toplumda fertlerin görünürlüklerinin toplumsal kabul görmüş hali bize ma‘rûfu anlatır. Ma‘rûf, İslam toplumunda yazılı olmayan bir dil ve münasebet biçimidir. Toplum içinde birbirimize “kabul edilebilir” bir alan tanımamızdır. Dinen meşru oluş, ma‘rûf oluştan doğar. Ma‘rûfu yazılı metinler değil Müslüman bir toplumu oluşturan fertlerin göz ve iz‘anı belirler. İz‘an, ‘içinde kabullenmenin de bulunduğu anlayış ve anlama kabiliyeti’dir.
Kur’ân’da iz‘an sahibi anlamında müz‘ın kelimesi “kabul eden, mutâbık olan, râzı olan” anlamında kullanılmıştır. (Nûr 24/49) Atalarımız “göz var, iz‘an var” demişlerdir. Göz ve iz‘an ma‘rûfu belirler. Bu manadaki ma‘rûfu Kur’an emretmiştir. (A‘râf 7/199) Kendimize karşı samimi olma sıddîkıyet kavramıyla açıklanmaktadır. Sıddîkıyet, görünürlük hassasiyetinin etkilemeyeceği derin bir samimiyettir. Sıddîkıyet, ihlâsın kemâle yaklaşmasıdır. İhlâs kemâle yaklaştıkça görünürlükten bağımsızlaşır.
Görünürlüğün sosyal bir baskı oluşturma gücünü de unutmamak gerekir. İnsanlar görünürlüğe bakarak kendilerine pozisyon belirlemektedir. Dindarlığın görünürlüğü ile sekülerliğin görünürlüğü arasında adı konulmamış bir mücadeleden de söz etmek gerekir. Bu mücadele “sizin dininiz size benim dinim bana” prensibini söyleyip işin içinden sıyrılabileceğimiz bir şey de olmayabilir. Görünürlüğün gücünü, dönüştürücülüğünü dikkate almazsak birçok açıdan kaybederiz.
Allah Teâlâ’nın bazı emir ve yasakları görünürlükle doğrudan ilgilidir. Görünürlükle ilgili olan emir ve yasaklar ferdî bir amel olarak kabul edilemez. O eylem ve tutumları içtimâî fiil olarak kabul etmek gerekir. Dindarlığın toplumdaki görünürlüğünün sekülerliğin görünürlüğünden zayıf olmasından vicdani bir rahatsızlık duymama hali gizli bir değişim ve dönüşümün habercisidir. Mesela bir dini ölçü olarak tesettürün toplumsal görünürlükle ilgisi bulunmaktadır. Bu fiili yapan kimse Allah’ın verdiği görselliğin toplumla paylaşımı açısından kendisine bir sınırlama getirmiş olur. Kur’an’da hem tesettür emri vardır, hem de gözünü haramdan sakınma emri vardır. İkisi bir bütünü oluşturur.
Toplumda dinin tezâhürü bağlamında gençler için iki seçenek vardır. Ya toplumun müsaade ettiği dindarlık tarzını yaşayacaklar. Toplumun müsaade ettiği dindarlık tarzı tesettür ya da gözlerimizi koruma açısından Allah’ın müsaade ettiklerine uymuyorsa görünürlük ya da tezahür, en önemli belirleyici olmaktadır. Tezahür ve görünürlük üzerine düşünülmelidir. Görünürlük aynı zamanda toplumsal dindarlığı belirleyen güce de tekabül etmektedir.
Sanayide çalışan bir arkadaşım vardı, belediye otobüsü ve tramvayda birlikte yolculuklarımız olmuştu. Bir defasında bana söylediği sözleri hafızama not ettim, unutmadım. “Genç yaşta sakal bıraktım diye tenkit aldım dedi” ve ekledi. “Ben kendime dindar ol mesajı vermek için sakal bıraktım.” Görünürlüğümüzü bir şekilde belirlediğimizde hep topluma mesaj verdiğimiz zannedilir. Hâlbuki asıl mesajı kendimize vermiş oluruz. Dindar bir görünümü tercih etmekle kendi nefsimize şunu söylemiş oluruz: “Bu şekilde tanınmanı sağlayarak sana bir kontrol uyguluyorum, önündeki diğer seçeneği kaldırıyorum.” “Kişinin canına veya malına yönelik bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesi” anlamında takıyye kavramının görünürlükle büyük ilişkisi vardır. Takıyyenin sarfedilen sözlerde olduğu varsayılır, oysa asıl takıyye görünürlüktedir. Dindarlığını “dindar görünmeyerek” ortaya koymak, tabii bir ruh hali değildir, bir bozulmanın ve kendinden uzaklaşmanın işaretidir. Kişiyi kendinden uzaklaştıran her sebep, dindarlıktan da uzaklaştırma riski taşır. Dindarlığın sosyolojik olarak geldiği noktada görünürlükten kaçış, üstü örtülü bir dindarlıktan kaçıştan başka bir şey değildir.
Dindarlıkta ilginç bir toplumsal tezahüre girdik. Sakal, bıyık, gümüş yüzük gibi daha öne çıkan tezahürlerde toplumun ortalamasından farklı olabiliriz. Pantolonumuzun genişlik ortalaması dindarlığımızın bir gereği olarak toplumun ortalamasının üzerinde olabilir. Dindarlıkla ilgili olarak görünürlükte toplum ortalamasından farklı dini hassasiyet taşımak, ötekileştirilmeyi, mahrumiyeti, cebelleşmeyi ve daha birçok istenmeyecek zor şeyi göze almak anlamına gelmektedir. Bundan dolayı görünürlükte toplum ortalamasından ayrılmama hissi, bir iç dönüşümün habercisidir. Bu dönüşümü müspet yönde olmasını beklemek ham hayaldir. Tezahürümüz, aslında içimizi yansıtır. Ancak biz genellikle sergilediğimiz her tutumun kendimizce bir savunmasını buluruz. En büyük savunmamızı da dindarlığımızla ilgili yaparız.
Dînî bir görünüm içinde olmamak için kılık kıyafetine özen gösteren din görevlisi ve din muallimi olur mu? Dindarlığın görünürlüğü ile ilgili duyarlılıklarımız azalmaya devam ettiği sürece böyle durumları da kabullenip sineye çekeceğiz. İçimizi acıtması gereken, dindarlığın görünürlüğünün azalmasından rahatsızlık duymama halidir. Dindarlığın görünürlüğünü istemek, desteklemek ve katkı sağlamak samimi ve özgün bir dindarlığın da habercisidir.
Görünür dindarlığı gösterişçi dindarlık olarak algılamak ise büsbütün kendimizden uzaklaşmanın habercisidir.