Dindarlık Amacından Uzak Din Eğitimi Olabilir mi? (Doç. Dr. Şemsettin KIRIŞ)
Din denilince akla itikat, ibâdet, ahlak ve muâmelatın tamamını ihtiva eden içtimâî bir taahhüd gelir. Bu taahhüdün bir kısmı insanın Allah ile olan ilişkisine bakar. Bir kısmı da insanın insanla ilişkisini düzenler. Dini ahid mefhumu üzerinden okumak yararlı olur.
Dindarlık amacı taşımayan din eğitimi olabilir mi? Günümüz gençliğine dini sadece bilgi olarak veren, onlarda dinin uygulamaya dökülmesinin bulunmadığı bir din eğitimi tasavvur edilebilir mi? Geçen haftaki yazımızda dindarlık dinden ayrılabilir mi diye sormuştuk. Bu hafta da dindarlık, din eğitiminden ayrılabilir mi diye soralım. Dinin öğreticisi olarak biz Hz. Peygamber’i kabul ediyorsak bu soruya müspet cevap veremeyiz. Kur’ân, “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır” (es-Saff 61 /2,3) derken söz ve eylem tutarsızlığına dikkatleri çekmektedir.
Hz. Peygamber de hadislerinde dinin yaşanması gerektiğini, bilgi boyutundan amel boyutuna intikal etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Kendisi “faydasız ilimden” Allah’a sığınmıştır. (Nesâî, İstiâze, 1) Sahih-i Müslim’deki bir bâb başlığı şöyledir: “Kur’an’la amel eden ve onu öğreten ile fıkıhtan ya da başka bir ilimden hikmetli bir mesele öğrenip onunla amel edenin fazileti” şeklindedir. Gece ve gündüz Kur’an’la amel eden kimsenin gıpta edilmeye layık olduğu hadisi de bu bapta yer almıştır. (Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 267) Kur’an’la amel, dindarlığın dışında bir vasıfla nitelenebilir mi? Dindarlık amacı gütmeyen bir Kur’an eğitimi düşünülebilir mi?
Din denilince akla itikat, ibâdet, ahlak ve muâmelatın tamamını ihtiva eden içtimâî bir taahhüd gelir. Bu taahhüdün bir kısmı insanın Allah ile olan ilişkisine bakar. Bir kısmı da insanın insanla ilişkisini düzenler. Dini ahid mefhumu üzerinden okumak yararlı olur. Allah insanlardan ahid almıştır. Kur’ân’da sekiz yerde ahdullah (Allah’a verilmiş söz) terkibi geçer. Allah’ı şahid tutarak başkasına verilmiş söz de Allah’a verilmiş söz gibidir. Başkasına verilmiş söz de Allah’a verilmiş söz gibi sorumluluk gerektirir. (İsrâ 17/34) Ayrıca insanın elest bezminde verdiği bir söz de vardır. Allah Teâlâ Hz. Âdem’den de söz almıştır. (Tâhâ 20/115) Bu ahid Hz. Âdem’in şahsında bütün insanlar için söz konusudur. Ahid vermek dindar bir hayatın sözünü vermektir. Ahidin yerine getirilme ölçütü “düşünce” boyutu değildir. Verilen bu söz, belli bir tarzda düşünme üzerine değil, belli bir tarzda amel etme, yaşama, tatbik etme üzerinedir. Siz hiç farz kılınan ibadetlerde düşünme ibadetine rastladınız mı? İlahi kaynaktan çıkmış dini geleneklerde düşünerek ya da hayal ve tasavvurlarla ibadet olmaz. Mesela namaz beden hareketlerimizle dilimizden dökülen ve Allah’a yükselen güzel zikir, duâ teşbih ve tilavet olunan vahyi toplayan bir ibadettir. Din dediğinizde hayata dair her şeyi düşünmeniz gerekir. İçtimai meselelerde karşılaşılan sorular üzerinden dini okumak, sıhhatli bir yol değildir.
Dinin yaşanması için bir fetva kurumunun olması elbette gereklidir. Hayatın tabii akışı içinde kafaya takılan ne varsa cevap vermeye ehil olan kişilere sorulur. Geleneğimizde sorulan soru, soruna dönüştürülmezdi. Günümüzde dinle ilgili sorular soruna dönüştürülerek algılanıyor. Yaşım itibariyle hatırladığım bir konu var. 80’li yıllarda hocalara faizle ilgili sorular, şu ankine kıyasla daha çok soruluyordu. Çünkü şimdiki ile kıyasladığımızda insanların helal/haram hassasiyeti daha yüksekti. 90’lı yıllarda bu sorular soruna dönüştürüldü. Haram demek yerine alternatifini bulmak lazım denildi, İslam ekonomisi tartışılmaya başlandı. Faiz soruları, “İslam faiz üzerine kurulu ekonomiye nasıl çözüm getirir” sorusuna dönüştü. Konu 90’lı yıllarda epeyce tartışılmışken, iki binli yıllarda hararetini kaybetti. Çünkü alternatif çözümleri destekleyici bir alt yapı bulunmadığı için insanların önemli bir kısmı yaşadıkları pratik hayatı meşru sayma yoluna gittiler. Soru sormak esas itibariyle yanlış bir şey değildir. Ancak her soru, amelî olanı nazarî olana çekme girişimidir. Nazarî olandan amelî olana tekrar dönüş gerekir.
Dinin doğasında “amelî oluş” vardır. Yanlış olan, günümüzde olduğu gibi nazarî olandan amelî olana bir türlü dönememe halidir. Hadislerde Hz. Peygamber’in soru sorma ile ilgili iki tutumu dikkat çekmektedir. Bir defasında minbere çıkıp “soracağınız her soruya cevap vereceğim” dediği, sonra da fazla sorudan bunaldığı olmuştur. (Buhârî, Deavât, 34)Bir yandan da fazla soru sormayı uygun görmeyip “Ben sizi bıraktığım sürece sizde beni bırakın. Sizden öncekileri soru sormaları ve peygamberlerinden farklı davranmaları helak etmiştir. Size yasakladıklarımdan kaçının, emrettiklerimi gücünüz yettiğinde yapın” (Buhârî, İ‘tisâm, 2)dediği olmuştur. Bu hadiste geçen “ihtilaf/إختلاف” kelimesin biz “farklı düşünmek” olarak değil, “farklı davranmak” diye çevirdik. Çünkü hadisin siyak ve sibakı bize “peygamberden farklı düşünmenin değil, “farklı davranmanın” yanlış olduğunu göstermektedir.
Din, sadece sorulan sorular üzerinden okunamayacak kadar insanı her yönüyle kuşatıcı bir meşruiyet zeminidir. Dinin doğasında amelî oluş vardır dedik. Bu amelî oluşun nazarî oluş alanına kaydırılması ve bu durumun uzun sürmesi, dinin pratik hayattan kopması anlamına gelir. Pratik hayattan kopartılmış din, soru olmaktan “sorun olmaya” dönüşmüş demektir. Artık din insanların binlerce sorusuna cevap verse bile bu çözüm olmayacaktır. Çünkü din, pratik hayatta var olma özelliğini kaybetmiş olmaktadır. Gençlerin soracağı yeni sorulara tatmin edici cevaplar verildiğinde, dindarlık artacak mı? Bir hususun yüzde yüz doğru olduğuna kâni olmak, o şeyi uygulamak gibi bir sonucu getirmemektedir. Dinin emrettiği ibadetleri yapmayan binlerce insan, bu ibadetlerin kendilerine çok şey kazandıracağını bildikleri halde böyle bir tercihte bulunmaktadır. Kâinat, insan ahiret gibi konular üzerinde tefekkür etmeye olan ihtiyacımız elbette ibadet sevabı getirecek ulvî bir ameldir. Ancak dini yaşantıda amele olan ihtiyaç, düşünce ihtiyacından fazladır. Din ile ilgili düşündüğümüz güzel şeyleri uygulamaya olan ihtiyacımız, yeni şeyler düşünmeye ya da düşünce kalitemizi artırmaya olan ihtiyacımızdan daha fazladır.
Orta öğretimde verdiğimiz Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin dindarlık amacı güttüğünü söyleyebilir miyiz? Bu derslerde dinin temel konuları son derece sathî olarak ele alınmıştır. Dinin en temel farzlarından biri olan namaz verilirken bile söz konusu ders, namaz kılma tavsiyesini içermemektedir. Namaz ruh ve beden sağlığına faydalıdır mesajı verilmektedir. Oruç konusu işlenirken de durum aynıdır. Oruç mutlaka tutulması ve ihmal edilmemesi gereken bir ibadettir denilmez. Sağlığa faydalıdır mesajı verilir ve bu yeterli görülür. Yenilecek ve içilecek şeylerde helaller ve haramlar bilgisi bu müfredatta bulunmamaktadır. Karşıt cinsle münasebetlerde helal haram bilgisi de bulunmamaktadır. Toplum içinde giyeceği kıyafeti İslam’a göre belirleme bilgisi de bulunmamaktadır. 1980 olağanüstü dönemi sonrası 40 küsür yıl geçti. Din dersleri zorunlu yapıldı ama nasıl? Vatandaşlık Bilgisi derslerinin konuları din dersi müfredatına giydirildi. Din dersi müfredatında olması gereken konular da sathileştirildi. Müfredat üzerinde gerçekçi ve ilmî bir değerlendirme, şu tespiti yapmak zorunda kalacaktır. Bu müfredatın amacının “dindar nesil” yetiştirmek olduğu şüphelidir. “Yasalara saygılı, uyumlu vatandaş yetiştirme” ifadesi de amacı tam anlatmaya yeterli değildir. Yasalara saygılı, uyumlu vatandaş olmayı “dinimizin de gereği saymak” belki amacı daha iyi anlatır. İyi vatandaş olmayı, içki, kumar ve uyuşturucu alışkanlığından uzak olmayı din ile eşitleyebilir miyiz? Yasalarımız ve eğitim kurumlarımız dindar nesil yetiştirme amacı üzerine kurulu diyemeyiz.
Ülkemizde dini yüksek tahsil eğitim kurumlarının dindarlığı artırmak amacıyla kurulduğu söylenebilir mi? Dini yüksek tahsil müesseselerinde tartışma malzemesi olarak üretilen bilgi, uygulanmak ve yaşanmak için üretilen bilgiye nazaran fazladır. Şöyle bir münazara tasavvur edelim. Birileriyle din ile ilgili tartışma yapacağız. Dağarcığımızda ne kadar bu tartışmada kullanabileceğimiz malzeme bilgi var? Delil getirebileceğimiz kaç “envanter bilgi” var? “Muhteccün bih” bilgi delil getirilecek bilgidir. İnsanın dindarlığından ziyade tartışma kabiliyetini artıran bilgidir. “Mamülün bih” olan bilgi ise müslümanın dindarlığını artıran bilgidir. Mamülün bih kendisiyle amel olunan demektir. Muhteccün bih ise kendisi ile delil getirilen demektir. Dini yüksek tahsil kurumlarında da muhteccün bih olan ilim, mamülün bih olan ilime nazaran daha fazladır.
Dindar nesil hedefinin giderek belirsizleştiği fiilî bir durumu yaşıyoruz. Belki bir gün şu cümle sık telaffuz edilecek: “İlahiyat âlemi müsaade etse, bu toplum aslında daha dindar olacak.” İlahiyat âleminin “dini yanlış tebliğ etmeyelim” hassasiyeti belki haklı bir gerekçeye dayanıyordu ama o da değişimden nasibini aldı. “Dini tebliğ etmeyin, temsil edin” formuna dönüştü. Dinin temsili tek başına nasıl yapılacak? Hukuk ve eğitimin seküler bir kurguya göre şekillendiği toplumda fert, tek başına dini nasıl temsil edecek? Din sadece ahlaktan ibaret değildir. Farzları yerine getirme meselesi var. Haramdan kaçınma meselesi var. Etrafınızda günahlar aleni işlenecek, siz bir yandan kendinizi günahlara karşı tutacaksınız. Bir yandan da günahlara karşı kalbinizde rahatsızlık duymayacaksınız. Sergilediğiniz dürüstlükle dini temsil etmiş olacaksınız. Bu pratikte nasıl olacak? Dinin temsili ferdî değil içtimâî olur. Münkerden nehiy olmadan dindarlık sürdürülemez. Maruf (iyi ve güzel olan) emredilmeden dindarlık sürdürülemez. “Dindarlığını başkasına dayatma” söylemini başkasının değil, ilahiyatçının söylemesi farklı bir anlam taşır. Bu kabil sözler dinin kabul edemeyeceği tüm yaşantı biçimlerinin dini meşruiyet ihtiyacını karşılayan sözlerdir. Hz. Peygamber’in yaşanmış sünnetine uymayan şey, meşru ilan edilmekle meşru olmaz.
Netice itibariyle dindarlık hedefi taşımayan din eğitimi tasavvur olunamaz. Dindarlık amacından uzaklaşmış bir din eğitimi, sekülerlik üretir. Dindarlık amacından uzaklaşmış bir din eğitimi, deizm üretir. Dindarlık amacından uzaklaşmış bir din eğitimi, dine ve ayrıca insana yapılmış bir zulümdür. Çünkü insan esas itibariyle dindar olduğu zaman mutlu olur. Özgün, samimi ve saf dindarlık, ahlak ve değer üretir. İnsan insanla iyileşir ve mutlu olur. Allah’la kâinatla ve tüm insanlarla ve kendisiyle barışık yaşamanın anahtarı dindar olmaktır. Din eğitiminin dindarlık hedefi taşıması zaruridir.